La Casa de Papel/Para ve İsyan! Belçika da bir aile…
La Casa De Papel’in 2019’da üçüncü sezonunun yayınlanacağının duyurulması, İstanbul fragmanı ve Cebeci meselesi ile tekrardan gündeme gelmesi uzun süredir paylaşmak istediğim bir olayı ve konuyu hatırlattı.
Çoğunlukla Türk ve Kore tarzı dizileri izlendiğinde La CASA de Papel, Prison Break, Black Mirror vs.. gibi dizilerin Türk toplumunda popüler olması doğal olabiliyor.
Zira, şovenizm toplumu olarak uzun süredir hayal kurmayı, metafiziksel çalışma veya varlıklarla iletişimi geçip Lost, Matrix vs..gibi senaryolar yazmayı unuttuk.
Bazen ey Osmanlı deyip susuyorum. Keşke arkanda bu kadar şanlı bir tarih bırakmasaydın da, gaflet nesli olarak senin şanınla şov yapıp, hiç birşey yapmadan ömür tüketip kendimizi heder etmeseydik.
Malum olduğu üzere hala daha kılıçla, silahla, adam öldürerek vs… savaş kazanacağını düşünen bir kavimle karşı karşıyayız…Ki, o nokta da da cennet mekan Osmanlımızı topluma çok yanlış anlattılar. Ayrı bir mevzu…
Birçok mantık hatasının olduğu, mesajını yanlış yolla ama doğru veren bir dizi olduğu için La Casa de Papel, popülaritesini bir süre daha devam ettirecektir. Özellikle 2000 sonrası sisteme karşı artan isyan odaklı kitap, film ve dizilerin fazlalığı aslında gelecek olan her-ü merc’ün de bir anlamda haberciliğine de hizmet etmektedir. (2000 sonrası neslin bilinçaltı o anlamda incelenirse ortaya çok farklı bir karakterler topluluğu ortaya çıkıyor)
‘’Allah Resul’ü (sav) yaşasaydı tebliğini sinema üzerinden yapardı’’ sözünü söyleyen kalem sahibinin dediğini şuan birçok fikrin temsilcisi farklı anlamda yapıyor ve yapmaya da devam edecekler. Ve nakış nakış o fikirler ruhlara yerleşiyor.
‘V For Vandetta, Kanlı Elmas, Kara Şövalye-Batman, Savaş Tanrısı, Uyumsuz, Matrix vs…’ gibi birçok film kendi içinde diktatör ve baskıcı rejimlere meydan okumakla birlikte, sıradan düşünceye de meydan okuyan ve varlık aleminin değişmesi gerektiği üzerinde de ruhsal mesajlar vererek yeni bir dönemin hazırlığının işaretlerini sembolize ediyor. Mesela Matrix’in’te yutulan hap aslında bir varlık ve alem değişimine geçişin arzu ve isteğidir. Şuan ki sıradanlığa bir isyandır. Ayrı bir konu…
2000 ile özellikle 2012 sonrası dünyadaki değişimler iyi analiz edildiğinde, dünyanın yakın bir gelecekte büyük bir dönüşümünün olacağını ve yaklaştığını gösteriyor.
Her 100 yıl da bir nasıl ki daha önce haritalar değiştiyse, onların evvelinde de nasıl ki sistemin değişmesi için hamleler yapıldıysa, şuan da da 100 yılın bitme ve geçiş dönemi gelmek üzeredir.
Sistemin tekrar kontrol altına alınması için yeniden yola çıkan fikir mimarlarının ikinci neslinin ömrünü tamamlayıp, üçüncü nesile devrinin yaklaştığı bu dönem de birçok şey değişecektir. Bu değişimi şimdiden gören ve hamle yapabilenlerin büyük kazanımlar elde edeceği de üzerinde durulması gereken ayrı bir detaydır.
Hakikatten uzak kalan ve aynı mahallenin fikriyle sürekli beslenen kişilerin bu değişimi görmesi, okuduğu zaman anlamasıda mümkün olmayacağı için, aslında farkındalığı olanlar için büyük bir nimettir. Rabbim toplu halde değerlendirenlerden eylesin.
Evet, La CASA de Papel’e geri dönecek olursak, dizideki en önemli diyaloğa ve gerçeğe değinmek istiyorum.
Yokluğun içinde düşmüş darphane’yi gasp etmiş ve para basan fakir hırsız, onun peşinde olan polis’e diyor ki;
‘’Sana, her şeyi iyi veya kötü olarak görmeyi öğretmişler.
Ama eğer, bizim yaptığımız şeyi başkaları da yaparsa bununla bir sorununuz yok.
2011’de Avrupa Merkez Bankası 171 Milyon Euro yarattı. Karşılıksız… Bizim yaptığımız gibi…
2012’de 185 milyon Euro…
2013’te 145 milyon Euro…
Tüm bu paraların nereye gittiğini biliyor musun?
Bankalara…
Darphaneden de direkt en zenginlere…
Kimse, Avrupa Merkez Bankası’nın hırsız olduğunu söyledi mi?
Yo! Sadece ‘Likidite Enjeksiyonu’ dediler.
Yoktan var ettiler, yoktan!
(Bu arada, elinde salladığı parayı göstererek sorar…)
Nedir bu?
Bu hiçbir şey; bu bir parça kâğıt…
Bu kâğıt, görüyor musun?
Kâğıt!
Şu an ben de ‘Likidite Enjeksiyonu’ yapıyorum.
Ama bankalar, zenginler için değil.
Burada, gerçek ekonomi için yapıyorum bunu.
Bizim de arasında bulunduğumuz zavallılar grubu için…”
Bu sözlerin ardından Fenerbahçe’nin Basketbol Koç’u Obradiviç’in geçenlerde söylemiş olduğu şu cümleleri de eklemek istiyorum.
Sunucunun ‘Obradovic’in bir soru hakkı olsaydı kime, ne sorardı? Tarih boyunca yaşayan ya da ölü birisine. Kime sorardınız, ne sorardınız?’’ Sorusuna Obra şöyle cevap verdi;
‘’Silahları yaratan kimse, ona sorardım.
Neden? İlk sorum bu.
İkincisi, tüm politikacılara olurdu.
Neden kendi kendileriyle bu kadar ilgileniyorlar?
Neden sorunları olan gerçek insanlarla ilgilenmiyorlar?
Çünkü tüm dünyada böyle.
Tüm dünyada.
Hepsinin ağzında demokrasi, insanlar ve fakirler için yapmak istedikleri var.
Şu anda dünyanın en zengin kesimiyle, yiyecek yemek bulamayan insanlar arasında inanılmaz bir gelir farkı var.
Dünyadaki adalet bu mu?
İstediğimiz demokrasi bu mu?
2018’deyiz.
Dünya çıldırmış.
Bana sorarsan, dünyada adalet yok.
Bu nereden geliyor, kimin yarattı?
Her insanın normal bir hayat yaşama hakkı var. En önemlisi bu.
Sunucu: İşler iyiye gidiyor gibi de durmuyor?
Obra: Katılıyorum.
Daha iyi olacağına inanmıyorum.
Bakalım en ufak bir şekilde iyiye gidecek mi, bari kötüye gitmesin.
Fakat ne derler, bilirsin.
En son umutlar ölür.
Umut etmeye ve inanmaya devam etmeliyiz’’
Evet, örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Dünyanın her yerinde diktatöryel rejimlere, zenginlere, baskıcı karakterlere ve özellikle zenginliğini insanların gözlerini sokarak yaşayan büyük para sahiplerine karşı ciddi bir kin ve nefret birikmiş ve artarak devam etmekte.
Özellikle internetin yaşam şekli olması ve her eve girmesiyle ve zenginlerin yaşam tarzlarını resim, video vs…’ler ile her eve sokup, ‘biz hayatımızı böyle lüks yaşıyoruz’ izlenimi vermesi, toplumun ilmi zayıf olan fakir çoğunluğu tarafından çok farklı bir algı ve öfke şeklinde birikmesine neden oluyor. (Özellikle vergi kaçıran, haksız kazanç sağlayan, faizle harama bulaşıp cehennemlik olan vs..(ayet sabit)
Nitekim tüm isyanlar ‘yok’ların ‘var’lara savaş açmasıyla çıktı, çıkıyor ve çıkacak.
Çok uzak olmayan bir tarihte Hz. Sahip şöyle diyordu;
‘Daha fazla geç olmadan fakr-u zaruret içindeki beyazlara, siyahilere, afrolara, Afrikalı fakir vs’lere irşad, tebliğ yapılmalı ve İslamın hoşgörüsü anlatılmalı. Aksi takdirde teknolojiyle birlikte yakın gelecekte, onlar yokluktan gelen öfke ve kin haliyle birlikte -özellikle zengin ve sisteme- karşı saldırıya geçeceklerdir.’
Hz. Sahip
Bu listeye göçmenleri, sürgünde olup sahip çıkılmayan mazlumları vs.. birçok grup farklı şekliyle eklenebilir. (Zira canlı olarak gördüğümüz hali hazırda hadiseler var…)
Eğer, İslamın hak ve adalet anlayışı kalpten çıkar, insanlardaki iyilik duygusu yok edilirse, bazıları zenginlere karşı fikri planda savaş açacağı gibi, bazıları da somut şiddet olayları ile saldırı için hareket içinde olacaktır. Zira zemin şuan için buna müsait hale geliyor.
Mevzu sadece fakirlik ve yokluk içindekiler olarak değil, az kazanan ama okuyan kesimler için de bu durum geçerli. Özellikle çok stratejik konumlarda olan fikir işçileri ‘sistemi nasıl çökertiriz’ üzerine planlamalarla hareket ediyor ve etmek zorunda.
Zira sistemi yıkacak olan temel beyinler bu ekip olacak. Ve ahir zamandaki çöküşün ve yeni dünya düzenine geçişin zeminin bu ruhlar yapacaktır. (Ekonomi, askeri, siyasi, diplomasi, teknoloji vs…)
Bu noktada bu insanlara yakınlık gösteren varlıklılar, ilim adamları, baron vs.’ler de, eğer bu düşünceye hizmet edecek olursa kendilerine bir zarar gelmeyeceği gibi, bu hak yoldan da muhakkak maddi-manevi faydalanmış olacaklardır.
Bu nokta da ibretlik bir örnek vermek istiyorum…
Çok yakın bir tarihte Somali’de Müslüman bir aileden kaçırılan bir çocuk, 2 yıl teröristlerin içerisinde kaldıktan sonra bir yolunu bulup, Belçika’ya kaçıp geliyor.
Belçika hükümeti bu çocuğa kalacak yer bulup eğitimini devam ettirmesini sağlıyor. Yalnız, babası ölmüş olan çocuğun, anne ve diğer 6 kardeşinden haberi yok. Yılllarca ailesinden haberi olmayan bu Somalili çocuk için Belçika devleti bir yolunu bulup Somali’den anne ve 6 kardeşini de alıp Belçika’ya getiriyor.
Evet, batılı ve imkanları olan bir devlet olarak Somalili Müslüman bir aileye böyle bir yardımda bulunması aslında olağanüstü bir şey olarak görülebilir ama batı, ikinci dünya savaşından sonra bunu çokça yapmaya çalışıyor…ki, meselemiz o değil. Bu olaydaki asıl vurucu sahne bence şudur.
Aile kalabalık olduğu için kimse ev vermeyince, Belçika’lı Hristiyan bir aile sırf ailenin daha rahat yaşaması içini aileye bir ev alıp, aileyi ev’e yerleştiriyor ve eğitim masraflarını sağlıyor ve aileye her anlamda sahip çıkmaya da yıllardır devam ediyorlar.
Belçika’da 200 bin Türk, 400 bin Faslı Müslüman var.
Kendi akrabasına dahi maddi anlamda destek olmayıp, kendilerine sıra sıra evler, yatlar, katlar alan bu Müslümanların yüzde kaçı sizce bu Somalili Müslüman aileye, bırakın Somaliliyi de kendi vatandaşı için Hristiyan ailenin yaptığı gibi bir iyilik yapabilirdi?
Hz. Ebubekir’in yaptığı bu ameli Müslüman olan birinin değilde, Hristiyan birinin yapması Müslüman görünenler için utanç mıdır, yoksa utanç duymayacak kadar haysiyetlerini de kaybetmiş halde midirler?
‘O aileye neden imkanı olan Müslüman bir zengin sahip çıkmadı’ dediğimde, ne yazık ki o bölgedekilerden cevap alamadım.
Gerçi, karı, kocanın, kardeşin kardeşe arkadan veya yüz yüze küfrettiği veya miras paylaşımı için birbirini yediği bir toplumdan bu amelleri beklemek bir ütopya olsa gerek. (Yapan yüzde 1’lik kesim kaideyi bozmuyor)
Yine benzer bir durumu Tunus’lu olan arkadaşlarının ailesine kavuşması adına, harekete geçen Alman gençlerin videosunda da izledik.
Evet, dizi de, zengin’den alıp fakire verme meselesi, zorba yolla ele alınırken, sosyal hayatta ise, kardeşliğin, güvenin -alnı secdeye varan dava arkadaşının- sahtekarlığının hallerini görünce kaosun çokta uzakta olmadığını gösteriyor.
Toplulukların üst katmanlarında olan insanların fark etmediği çok önemli birşey var.
Sol, sağ, muhafazakar, Kemalist, cemaatler vs…farketmiyor. Her kesimin alt tabakaları yukarılara öfkeyle bakıyor. O saygı ve sevgi hali kırılmış durumda. Yapılan yanlışlara göz yumulması, müdahale edilmemesi vs… Detaya girmek istemiyorum.
Ancak bilinmeli ki, avamın saygısı üste bittiği an artık idare edilme meselesi de bitmeye başlıyor. Ve o uğurda çile çekenler susup kenara çekilecek de değillerdir. O çekilen çilelerin bir bedeli olması için yanlış yapanın indirileceği dönemlerde çok uzak değildir.
Bunu tarihteki birçok devlet veya grupta her daim gördük.
En yakın olarak, Bediüzzaman’ın talebelerinde, MHP’nin alt kadrolarında, Refah Partisinde, yine yakında AKP’de vs.. Özellike teknoloji döneminde bu artık daha kolay ve daha sert olacaktır.
Bedel ödemiş olanlar, geleceğini kaybedenler ve fakr-u zaruret içerisinde olanlar…
Bu insanlara karşı yaşam şekliyle, sadeliğiyle Hz. Ömer, Hz. Ebubekir tarzı, yemesiyle, içmesiyle, giyiminden kuşama kadar örnek olmadıkça o sistemin işlemesini beklemek beyhudedir. Ve bu bir isyandır.
Şimdiye kadar düzene karşı isyanlar hep anarşi ile yapıldı ve anlatıldı.
Çav Bella, CHE Guevara, Deniz Gezmiş vs..’ler üzerinden kişi veya sembollerle sisteme meydan okumalar yapıldı veya mesajlar verildi. Artık o sürecin bittiğinin bilinmesinde de fayda var. Bundan sonraki isyan, öyle durağan bir entelektüel isyan da olmayacak.
Okuyan, aksiyon içerisinde olan, aynı duygu ve düşüncenin ötesinde, aynı yaşam tarzınıda benimseyen ve zamanı doğru okuyan, hak fikrinin yayılması için stratejik yaşayan küresel bir dinamizimden bahsediyorum. Bunun her türlü planını her grup kendi içerisinde yapıyor ve yapmaya da devam edecektir.
Geriye kalan iki şey; Doğru zamanda doğru bir öncünün ortaya çıkmasıdır…Ki, o günün de işaretleri verilmiş durumdadır.
Evet, galası 4 milyon izlenen, dünya genelinde 100 milyon üzeri izlendiği düşünülen sıradan bir senaryonun özünde; Sisteme, ruhsuzluğa ve gerçekleri haykırmaya karşı birikmiş bir öfke ve özlem halidir.
Misal, düşünebiliyor musunuz; Bir ülkede zalimin zulmüne karşı durup, direnip teslim olmayanların, sürgünde oldukları ülkelerde zenginlere boyun eğip gerçekleri haykıramaması ve sistemin düzelmesi için harekete geçmemesi hangi karakterin, düzenin veya düzelecek olan ruhun işaretidir.
Veya düşünebiliyor muyuz; Malum, her fikir, akım ve düşünce adam kazanma ideolojisi ile hareket eder ve etmektedir.
Ama ancak aptallar, yetişmiş olan kendi adamlarından uzak durup, onları kaybedebileceklerini dahi düşünmeyip gidip başkalarını kazanma planı çizerler. Yani bir yandan artıda olduğunu zannediyor ama diğer yandan ise kayıp yaşadığını hayal dahi edemiyor. Heyhat…
Allah bizleri hakikati haykırmaktan bir an bile dur etmesin. Öyle olacaksa Ya Rab, bahtına düştük ruhumuzu n’olur hemen kabzet. Kabzet ki, iyilerin daha fazla düştüğünü yaşamayalım ve görmeyelim…
Bu bir ümitsizlik değildir. Aksine birikmiş olan suskunluğun her kalbe akması için yaşanan bir ses ve soluk birikintisidir.
Dünyanın her kesiminde bunu yaşayarak görmek mümkün.
Batı’daki aktivistlerin Afganlı, Suriyeli vs. çocuklar, aileler için hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan çırpınışlarını gördükçe ümitlerimiz daha da fazla artıyor ve Üstad’ın müjdelediği o beklenen zamanın yaklaştığını daha da fazla hissediyoruz.
Kainatın Sahibi bizleri her zerre de;
Hak yolda olan,
Haksızlıklara susmayan,
Her doğruyu her yerde değil de, yerinde korkmadan söyleyen,
Paranın kölesi olmak için susan değil, paranın yöneticisi olup değer vermeden yaşayan,
Saygıyı üstlerine değilde, hak edene veren,
Ve son nefesine kadar ilim peşinde olup, doğru ve basiretli insanlarla karşılaşarak yaşayan vefalı kullarından eylesin.
AMİN.
Not: Öncelikle bu bir dizi analizi değildir. O yaklaşımla ele alınmamalı. O çok ayrı ve saatler isteyen bir meseledir.
Her filmde olduğu gibi bu olayın psikolojik, tasavvufi ve sosyolojik boyutları vardır.
Ancak dizi’deki bir nokta özellikle şirketlere fikir açısından da ibretlik bir durumu ortaya koyar. Bir hırsızlık için bile 5 ay kamp kurup, plan yapan ve tüm riskleri ön gören ve sistemin hamlesine karşı, alternatif seçenekleri hemen devreye sokan önemli bir nokta üzerinde durmaktadır. Bu hal şuan tüm şirketlerin ve şirket kurucuları için acil bir durumdur. Zira, tepeden aşağı 3 bin’i geçen iflas şirket sayısı (daha da artacak) ne halde olduğumuzun en hazin örneğini sunmaktadır.
blogpolat@gmail.com