Squid Game, İş Dünyası ve Neoliberalizm
Squid Game dizisi gereğinden fazla abartılmış olasa da bazı yönleriyle ele alınmaya devam ediyor. Dizi üzerine bir analiz yazma düşüncem vardı ancak gereğinden fazla analiz yazıldığı için gereksiz yere insanları boğmak istemiyorum.
Ancak Güventürk Görgülü’nün makalesine denk gelince blog’da paylaşmak istedim. İş dünyasına dizi ile birlikte değerlendirmiş olması güzel bir bakış açısı olmuş. Yönetmenin dizi bu niyetle yazdığı düşüncesinde değilim, ayrı bir konu. Ama Görgülünün benzetmelere yaparak iş dünyasıdaki bazı gerçekleri aktarması okumaya değer ve bir kez daha düşünmeye değer olduğu noktasında hem fikirim.
Dizi ve filmlere bu tür anlamlandırmalara yaparak izlemek o harcanan zamanı daha da değerli hale getirmesi noktasında da önem arz ediyor.
Daha fazla uzatmadan sözü makaleye bırakıyorum;
‘‘Squid Game üzerine pek çok tartışma var. Ancak bu diziyi sıradan bir oyun distopyası diye kimse bir kenara atmasın. Senarist ve yönetmen Hwang Dong-hyuk son derece başarılı bir neoliberal toplum eleştirisine imza atmış. Dizideki oyun alanı ise tam olarak neoliberal şirket modelini anlatıyor.
Dizinin tek başarısız yanı dizi olması. Yani aslında yönetmenin ilk başta niyet ettiği gibi 2–2,5 saatlik bir sinema filmi olsaydı yayınlandığı anda kült bir film haline gelebilirdi. Üstelik de dizide eleştirilen pek çok mantık hatası ortaya çıkmamış olurdu.
Hwang Dong-hyuk, dizideki her oyunla neoliberal birey imalinin bir aşamasını anlatmış. Bunların ne olduğunu aşağıda tek tek özetlemeye çalışacağım.
Ama önce hikayenin arka planıyla ilgili birkaç detaya değinmem gerek. Öncelikle, İçinde yaşamakta olduğumuz neoliberal toplumun kendisi bir distopyadır. Neolibenal kapitalizm finansallaşma üzerine kuruludur. Bunun bireye yansıması ise borçlanmadır. Yani sistem borç üstüne döner.
Sistemin çalışma kuralı “uyumlu birey” yaratmaktır. Neoliberal birey, hayatını finansallaştırmış bireydir. Borç alır, risk alır ve sürekli kazanmaya programlıdır. Çünkü R. Sennet’in dediği gibi neoliberal kapitalizm oyununda “kazanan hepsini alır”. Kaybeden ise herşeyini kaybeder. Oyunda bir ikinci olmaz.
Kaybeden çoğunluğun ancak asgari düzeyde hayatta kalabilme şansı vardır. Bu çoğunluğun hayatı kısaca “çalış-borç öde ve öl” diye özetlenebilir. Hayatta kalmasının tek yolu da sistemin kurallarına uyum sağlamak ve itaat etmektir. Foucault’nun deyişiyle biyoiktidarın neoliberal versiyonunun özeti budur.
İnsanlığın bu noktaya nasıl geldiğini anlatmak buranın sınırlarını aşar ama merak edenler için bu konuda hatırı sayılır bir külliyat mevcut. İsteyen araştırıp okuyabilir. Biz diziye dönelim. Yalnız aman dikkat! Bundan sonrası ben istemesem de spoiler içerebilir, diziyi henüz İzlemeyenler burada bıraksa iyi olur!
Yönetmen Hwang Dong-hyuk Bu distopyayı anlatmak için daha derin bir distopya oluşturmayı seçmiş ve süreci aşama aşama anlatmış. Aslında dizide altı oyun var ama “kazanan” olmanın yedi aşaması var. İlk aşama elbette işe alınma!
Oyunlarda elenmenin iki türünü görüyoruz; bunlardan biri silahla vurulma, diğeri ise yüksekten düşme. Yönetmen ilkini işyerinden atılma, sistemden dışlanma metaforu olarak kullanırken düşme daha çok kariyerini kaybetme, üst düzeyden aşağı kademeye kayma gibi okunabilir.
Oyunda Seong Gi-hun yani oyuncu 456, istemese de sisteme uyum sağlamak zorunda kalan çoğunluğu temsil ediyor. Seong, örgütlenmiş ve hatta greve katılmış eski bir işçi. Bu, sistemin affetmeyeceği bir uyumsuzluk ve Seong bu nedenle dışlanmış biri.
Cho Sang-woo yani oyuncu 218 ise Seul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirmiş dahi bir profesyonel. Aslında “oyun kurucu” iken riskleri kontrol edemediği için kendini dipte bulmuş bir beyaz yakalı.
Dizi çoğu zaman, aynı mahalleden çıkmalarına rağmen farklı hayatlar seçen ama sonunda yolları oyun alanında kesişen 456 ile 218 arasındaki gerilimden besleniyor. Diğer yandan işletme dahisi 218’in tavsiyeleri ve fikirlerinin zaman zaman hayat kurtarması boşuna değil. Okuyanla okumayan bir olmuyor!
Şimdi gelelim oyunlara. Ama oyuna katılmadan önce işe kabul edilmeniz lazım değil mi! İşte birinci aşama. İstasyonda tokat bahisiyle girişilen zarf oyunu, aslında iş görüşmesini anlatıyor. İnsan kaynakları sizi çağırıp görüşüyor ve tokat yemeye ne kadar hazır olduğunu ölçüyor. İstasyondaki elemanın sözünü unutmayın: “Az önce para için kişisel haklarınızdan vazgeçtiniz” demek ki şirket için uygun kişisiniz. Buyrun şimdi oyuna…
İlk oyunın adı “kırmızı ışık yeşil ışık”. Bu oyun “Uyum”u anlatıyor. Yani girdiğiniz ortama; yani şirkete uyum sağlayacaksın. Öyle çıkıntılık yapmak, ileri geri konuşmak, örgütlenmek yok! Aslında formül basıt yürü dendiğinde yürüyeceksin, dur dendiğinde duracaksın. Burada dahi çocuk 218’in “Birinin arkasına saklan” tavsiyesi de çok önemli.
Gelelim ikinci oyuna; Şekerin içinden şekil çıkarma… Bu oyun şirkette yükselme oyunu. Oyuncu 456’nın şekli nasıl çıkardığını hatırlayın. Yalayarak değil mi! Burada fazla söze gerek yok. Yükselmek için yapılması gereken belli. Bence yönetmen Hwang Dong-hyuk’un en acımasız metaforlarından biri buydu ve seyrederken kendimi bir anda kahkaha atarken buldum.
Kariyerinizde biraz ilerlediniz ve artık üçüncü aşamaya geçebilirsiniz. Bu aşama, dizide “halat çekme” yarışıyla tasvir edilen takım oyunudur. Neoliberal işletmede takımlar kendilerine benzer takımlarla yarıştırılır ve elbette iyi olan hayatta kalır, kaybeden düşer. Halat çekme yarışıyla anlatılan oyunda, takımın içinde yer alan 001 gibi deneyimli biri hayat kurtarır.
Nasıl daha güçlü olunacağını işin nasıl kolaylaştırılacağını deneyim gösterir. Ama öldürücü darbe yine 218’den gelir. Çünkü beyaz yakalı profesyonel, karşı takımı çökertecek ayak oyunlarını iyi bilir. Burada yine yönetmen Hwang’ı neoliberal işletmenin içini bu kadar ince gördüğü için tebrik ediyoruz.
Ve dördüncü aşama misket oyunu! Sıra takım arkadaşlarını satmaya gelmiştir. İsteyerek ya da istemeyerek takımda kendine rakip olacaklar elenir. Sonuçta kazanan bir kişi olacağına göre artık her birey yalnızca kendini düşünecektir. Burada yine 218 dikkat çeker: Oyunun kuralı, sonuca ulaşmaktır. Yani aslında kural yoktur.
Yine Sennett’a atıfla neoliberal şirkette, kuralların belirsizleştiğine, sistemin okunaksız hale geldiğine vurgu yapalım.
Size rakip olabilecek takım arkadaşlarınızı devre dışı bıraktıktan sonra artık sona çok yaklaştınız ve cam köprüye geldiniz. Bazı camların sağlam bazı camların zayıf olduğu bu köprü, kariyer yolculuğunuzda artık risk alma vaktinizin geldiğini anlatıyor.
Bu noktada yapacağınız seçimler düşmenize de neden olabilir, zirveye tırmanmanızı da sağlayabilir. O zaman ne yapmalısınız. Evvela sizden önce kimin ne laptığını iyi bilmelisiniz. Hangi kararlar hangi sonuçlara yol açmış ve sizin için en emin yol hangisi bunu bulmalısınız. Ha tabii bir de riski sizin yerinize birilerinin üstlenmesini sağlarsanız ne alâ. Yine 218’e bakalım: Kaç adım peşinden gittiği eski cam ustasını, son adımda tabiri caizse “mayın eşeği” olarak kullanmadı mı…
Neyse sonunda beşinci aşamayı da geçtiniz. Arkadaşlarınız, ya da rakiplerinizin kimi atıldı, dışlandı, kimi düştü, kimi tarafınızdan satıldı her ne olduysa oldu zirveye çok yaklaştınız. Sıra artık Kalamar Oyunu’nda ve bu oyunda kazanmak için artık her şey mübah. Kazanan hepsini alacağına göre zirve yarışı kimsenin kimseye acımayacağı bir yer artık.
Şimdi içinden soranlar olacaktır: Neden oyunun sonu böyle bitti ve neden finalde sokaktaki sarhoş adama biri yardım etti? Senarist ve yönetmen Hwang burada bence keskin bir neoliberalizm eleştirisi yapmakla birlikte, karamsarlık yaymak da istememiş. Yani durum ne kadar kötü olsa da siz enseyi karartmayın mesajı vermek istemiş.
Bitirmeden önce, birinci ve ikinci oyun arasında oyuncuların oy çokluğuyla oyunu bitirmeleri ve sonra tekrar geri dönmelerine de dikkat çekmek isterim. Burada bir oy farkı sağlayan son oyu kimin verdiğini aklınıza getirin ve daha sonra oyuncuların çoğunluğunun kendi ayaklarıyla nasıl geri döndüğünü düşünün.
Bu, dizi süresini uzatmak için yapılmış sıradan bir senaryo atraksiyonu değil. Burada, çoğunluğun oy ve seçme hakkı olsa da, en başta anlattığım nedenlerle dönüp dolaşıp aynı şeyi ya da bir benzerini seçmek zorunda kalacağı vurgulanıyor.
Yine sona yaklaşırken yapılan Atları da Vururlar göndermesi hayli çarpıcı ve düşündürücü. Ancak bu iki filmin evreninin birbirinden oldukça farklı olduğunu hemen hatırlatalım. Evet ikisi de kapitalizmi anlatıyor ama iki ayrı kapitalizmi anlatıyor.
İçinde yaşadığımız düzeni anlatmak için kapitalizmin başına “vahşi”, “kuralsız”, “ultra” ve benzeri sıfatlar koymak emin olun ki, Dardot ve Laval’in Dünyanın Yeni Aklı’nda dediği gibi “Neoliberalizmi hafife almak” olur.’’
blog@rapolat.com