Kalbin Hafızası: Ritmini Kaybeden İnsan
Bu Hafta Bültende Neler Var?
Kalbin Hafızası: Ritmini Kaybeden İnsan
Hayatınızı Daha Anlamlı Hale Nasıl Getirebilirsiniz?
Bir İbret Bir Ders: Elena
Depresyonu Tetikler ve Bilişsel Fonksiyonlar Zayıflar
Faiz Döngüsü Zengin ile Fakiri Ayıran Bir Gerçektir
Kabiliyetlerinizi Açığa Çıkarmanın Hayati Sırları
Zihinsel Sermaye Olmadan Finansal Sermaye Yetmez
‘Konuyu Değiştirmezsen Günaha Girersin’
Aşırı Düşünenler İçin 10 Fikir
Haftanın Makaleleri
Haftanın Videoları
Haftanın Teknoloji ve Yapay Zeka Manşetleri
Bir süre önce, Karolinska Enstitüsü ve Columbia Üniversitesi'nden araştırmacılar, kalbin kendi "mini beynine", yani kalp atışlarını düzenleyen bağımsız bir sinir sistemine sahip olduğunu keşfetmişlerdi.
Uzun yıllardır kalbin, beyinle bağlantılı otonom sinir sistemi aracılığıyla kontrol edildiği düşünülüyordu.
Ancak araştırma, kalp duvarında yer alan bu sinir ağının düşünüldüğünden çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ve ritim düzenlemesinde bağımsız bir rol üstlendiğini gösterdi.
Malum, kalbin kendi karmaşık sinir sistemi vardır ve "mini-beyin" olarak adlandırılır ve bu sistem kalp ritmini beynin kontrolünden bağımsız olarak düzenler.
Kalbin içindeki bu sinir ağı, daha önce düşünülenin çok ötesinde karmaşık ve çeşitli nöron tiplerinden oluşuyor.
Bu ağ, sadece beyinle gelen emirleri “ileten” bir kablo değil; yerel olarak karar verebilen, ritmi ayarlayabilen ve kendine özgü tepkiler verebilen bir sistem.
Yani kalp, merkezî komuta olmadan da belirli bir ölçüde kendi “aklını” kullanabiliyor.
Bu da biyolojide “organ intelligence” (organ zekâsı) diye yeni bir yaklaşımı gündeme getiriyor.
Makalenin detaylarını üstteki linkte bulabilirsiniz. Bu bağlamda üzerinde durmak istediğimiz konu, kalbin mana yönü.
Bilindiği üzere tasavvufta kalp, anatomik bir organ değil; idrakin, sezginin, ilahî tecellinin merkezi olarak görülür.
Kur’an’da “akıl” kelimesi geçerken genellikle kalple ilişkilendirilir:
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileri için onlar ile düşünecekleri kalpler olsun veya onlar ile işitecekleri kulaklar olsun. Velhasıl (onların) gözleri körleşmez; velâkin sineleri içindeki kalpleri körleşir.”
(Hac, 22:46)
Ayet açıkça der ki: “Aklın yeri kalptir.”
Yani, Kur’an’a göre “düşünme” salt beynin değil, kalbin bir fiilidir.
Şu hadis ise kalbin bedene yön veren merkez olduğunu anlatır;
“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır; o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, o kalptir.”
Kalp ehli ise bunu şöyle yorumlar:
Kalp, Allah’ın nazar ettiği yerdir. Beyin bilginin merkezidir ama kalp hikmetin merkezidir.
Nitekim yeni keşifler de bize gösteriyor ki: Kalpte sinirsel bir mikro-evren var. Bu ağ, hem fizyolojik ritmi hem de emosyonel deneyimleri etkiliyor.
Kalp ritmindeki değişiklikler ise beyin dalgalarını doğrudan etkiliyor. Bu, bilimsel olarak “heart–brain communication” diye adlandırılıyor. (HeartMath’a göre kalp beyne dört yolla “konuşur”: nörolojik (vagus ve otonom sinirler), biyokimyasal (hormon ve nörotransmitterler), biyofiziksel (nabız/basınç dalgaları) ve enerjik (elektromanyetik alan) . Bu sinyaller dikkat, duygu düzenleme ve performansı bile şekillendirebilir.)
Evet, bu bilgi, tasavvufun bin yıldır söylediği şu hakikati teyit eder niteliktedir. Kalp ehli der ki; “Kalp bir aynadır; akıl orada yansır, ruh orada konuşur.” (Tam emin olmamakla birlikte, bu cümleye benzer bir anlatı Gazali’nin İhya’sında olsa gerek.)
Yani kalp, sadece duyguların değil, idrak ve yönelişin de merkezidir. Bugün bilim buna “intracardiac network” diyor; Tasavvuf ehli ise “latîfe-i kalbiye” der.
Evet, kalbin kendi sinir ağının olması, metaforik olarak “kalbin kendi zikrini yapabilmesi” gibi de okunabilir. Kalp, her atışında “Hayy” ismini hatırlatır: çünkü her vuruşta hayatı taşır. Her kasılma, aslında “Allah” deyişinin fizyolojik yankısı gibidir. Kalp beyin olmadan atabilir; beyin sustuğunda bile kalp bir süre çalışmaya devam eder. Bu da bize “kalbin kendine ait bir hayatı vardır” der.
Mevlana’da şöyle ifade eder: “Aklın sustuğu yerde kalp konuşur.”
Bilim ise der ki: kalp, otonom sistemde bile ritmini koruyabilir.
Tasavvuf ise: ‘Kalp, Hakk’a bağlanmışsa, kendi zikrini sürdürür.’ diye ifade etmektedir.
Bu iki ifade, farklı dilden aynı hakikate işaret eder.
Bu keşif bir anlamda, insanın fıtraten rehberli bir varlık olduğunu hatırlatıyor.
Yani insanın içinde, dışsal emir beklemeksizin yönlendiren bir merkez var: Vicdan, sezgi ve ilham.
Tasavvuf buna genel olarak “nur-i fıtrat” veya “sırr-ı Rabbânî” der. Yani insanın içinde, yaratılıştan gelen bir bilgelik vardır.
Evet, son olarak şu denebilir;
Bilim bize kalbin düşünebileceğini,
Dini ilimler ise bize kalbin anlayabileceğini öğretir.
Aradaki fark, bilgi ile hikmet farkıdır.
Yeni keşifler, eğer mümin bir nazarla okunursa, şunu gösterir:
Kalp sadece kan pompalamaz; hakikati pompalar.
Çünkü kalp, “Rabbin insana üflediği ruhun” barındığı merkezdir.
Bu yüzden “kalbin mini beyni” değil,
beynin kalbin şubesi olduğunu söylemek daha doğrudur.
Günümüzün bakan yönü ile kalpsizleşmenin arttığı ve merhametin minimizi olduğu bir çağdayız. Toplum tarihte hiç olmadığı kadar ritimsiz yaşıyor. Bilim diyor ki: kalp, beyinle sürekli haberleşen bir organ.
Ama modern yaşamın hızında bu iletişim bozulmuş durumda.
Bunun ise biyolojik düzlem ve ruhi düzlem olarak birçok nedeni var.
Misal;
Sürekli stres ve adrenalin bombardımanı,
Dijital uyuşma (screen fatigue),
Aşırı dopamin döngüsü (sürekli haz arayışı),
Hareketsizlik ve yapay yaşam ortamı,
Yapay gıdalar, uykusuzluk, hızlı tüketim kültürü…gibi daha da çoğaltabileceğimiz nedenlerle, modern insan biyolojik olarak, kalbini hem hızla çalıştırıyor hem yanlış sinyallerle dolduruyor.
Manevi olarak ise;
Günahın sürekliliği,
Zikirden ve tefekkürden uzaklık,
Duygusal taşlaşma (merhamet eksikliği),
Riya, kibir ve gösteriş,
Anlamsızlık ve yönsüzlük hissi.. gibi, ekleyebileceğim daha birçok nedenden dolayı kalp ve mana sistemi çökmektedir.
Bugün “kalbi diriltmek”, bir tıp meselesi değil, ilahi bir hedef ve bir medeniyet meselesidir. Çünkü kalp, insanı insan yapan son sığınaktır. Kalplerin düzelmediği yerde, üstteki sorunlara bir bütün olarak çözüm üretmediği sürece, maddi ve manevi yıkılışlar ne yazık ki devam edecek.
Bu noktada maddi ve manevi disiplin ile hareket etmekten başka seçenek yok. Diğer bültenlerde sık sık çözüm yolları üzerine içerikler yazdığım için aynı şeyleri yeniden tekrar edip vaktinizi almak istemiyorum. Kalbi diriltme noktasında kısaca şu hatırlatmaları yapıp bitireceğim.
Kalbi diriltme için 5 fikir:
Zikir (kalbin ritmini yeniden senkronize eder)
Zikir, kalbin nörolojik dengesini yeniden kurar (vagus siniriyle birebir bağlantılı).
Her “Allah” deyişi, sinir sistemini sakinleştirir.
Modern stresle en doğal savaş yöntemidir.
Tefekkür
Kalp sessizlikte yankı bulur.
Tasavvuf, “halvet”i kalbin nefes alması olarak görür.
Merhamet ve infak
Başkasının acısını dindirmek, kalbe kan pompalamak gibidir.
Her yardım, kalbin ritmini ilahî frekansa bağlar.
Sade yaşam ve haz orucu
Kalbi öldüren hız ve haz yerine, azlıkla dirilmek.
Kalp ehli der: “Kalp, dünyadan ne kadar temizlenirse, Allah’tan o kadar dolar.”
İstiğfar ve gözyaşı
Kalbin pasını çözen en güçlü manevi asittir.
Gözyaşı, pası eritir; istiğfar, kalbi yeniden iletken hale getirir.
Evet, Hak ehlinin şu cümlesi ile noktalayalım:
‘‘Kalp, Rahmân’ın arşına benzeyen bir aynadır; eğer paslanırsa, ilahî tecelli gizlenir.”
Hayatınızı Daha Anlamlı Hale Nasıl Getirebilirsiniz?
Günümüzde teknolojinin getirdiği kötü haber akışları ve sürekli endişe ortamı, insanların ruh sağlığını olumsuz etkiliyor.
British Columbia Üniversitesi profesörü Steven Heine’in varoluşçu psikoloji perspektifine göre, anlamlı bir hayat yaşamak; yakın ilişkiler, topluluk aidiyeti, iş ve maneviyat alanlarında sağlıklı bağlantılar kurmakla mümkündür.
Modern toplumda bu bağlantılar zayıflamakta ve bireyler “varoluşsal boşluk” dediğimiz anlam krizine sürüklenmektedir.
Bu nedenle, bireylerin kendi yaşamlarındaki bu alanları değerlendirmeleri, geliştirmeleri ve varoluşsal egzersizlerle anlamı yeniden inşa etmeleri önemlidir.
Makaleden birkaç önemli nokta;
Teknoloji ve sürekli kötü haber akışı, insanların endişe ve kaygı içinde olmasına neden olmaktadır. Birçok ülkede anksiyete, depresyon ve psikopatolojiler artış göstermektedir.
Anlamlı bir hayat yaşamak, kaygı ve umutsuzlukla başa çıkmada önemli bir kaynak olarak görülmektedir.
Anlam eksikliği, kişide sıkılmışlık, ilgisizlik ve yabancılaşma duygusu yaratmaktadır. Anlam bulunduğunda kişi, yaptığı işin ve yaşamın önemli olduğunu hisseder.
Anlamlı hayat, derin bağlantılar üzerine kuruludur. Özellikle yakın ilişkiler, topluluk aidiyeti, iş ve manevi bağlantılar anlam için kritik alanlardır.
Bir topluluğa ait olmak, kişinin kendisini daha büyük bir bütünle bağlantılı hissetmesini sağlar.
İş hayatı aidiyet, ustalık ve amaç duygusu vererek anlam sağlar ancak iş bağlılığı giderek azalmaktadır.
Maneviyat, aşkın olanla bağlantı kurmak için bir araçtır.
Modern Toplumda Bağlantıların Zayıflaması
İnsanlar giderek daha bireysel hale gelmekte, yakın ilişki sayısı azalmakta ve toplumsal bağlar zayıflamaktadır.
İş bağları da uzaktan çalışma ve gig ekonomisi nedeniyle zayıflamaktadır. Bu durum, toplumda “varoluşsal boşluk” olarak adlandırılan anlam krizine neden olmaktadır.
Bireyler yaşamlarındaki yakın ilişkiler, topluluk, iş ve maneviyat alanlarını değerlendirip, bağlantılarının yoğunluğunu puanlamalıdır.
Anlam kaynakları bir alandan diğerine kaydırılabilir; eksik alanlar diğer alanlardaki güçlü bağlantılarla telafi edilebilir.
Gelişim potansiyeli olan alanlarda bilinçli adımlar atarak anlam temeli güçlendirilebilir.
Örneğin, zayıf yakın ilişkiler için eski dostlarla veya aileyle daha fazla zaman geçirmek, düşük topluluk aidiyeti için değerlerle uyumlu yeni topluluklara katılmak uygundur.
İşle bağ azsa gönüllülük veya yeni görevler anlam duygusunu artırabilir.
Manevi bağlılık düşükse, kişinin kendi inanç ve pratiklerine uygun manevi uygulamalar keşfetmesi önerilir.
Anlam duygusu sabit değildir; iniş çıkışlar yaşanabilir.
Varoluşsal egzersizler anlamı güçlendirmede yardımcıdır. Bunlar topraklama, değerler üzerine yazı yazma, nostaljik düşünceler ve kendini aşma deneyimleri gibi uygulamaları içerir.
Topraklama, kişinin hayatın zorluklarıyla daha güçlü şekilde başa çıkmasını sağlar.
Değerler hakkında yazmak, motivasyonu artırır.
Nostaljik düşünceler geçmişi ve kimliği hatırlatarak anlamı pekiştirir.
Kendini aşma deneyimleri, kişiyi benlik sınırlarının ötesinde bir bütünle bağlantılı hissettirir, endişeleri azaltır ve hayranlık hissiyle anlamı artırır.
Bu deneyimlere dini ritüeller, meditasyon ve doğayla temas örnek verilebilir.
Kısaca:
Modern toplumda varoluşsal boşluk etkilerinden korunmak için anlam arayışı, yaşam içerisindeki bağlantıları güçlendirmek ve varoluşsal egzersizlere başvurmakla mümkün olur.
Anlam, yaşamın farklı alanlarındaki sağlıklı ve zengin bağlantıların toplamı olarak değerlendirilmelidir.
Bir İbret Bir Ders: Elena
‘‘Elena Gouliakova’nın adı 1990'larda Avrupa spor göklerinde parlıyordu.
Genç ve narin yüzlü bir Rus’tu buzun üzerinde bir kelebeğin hafifliğiyle, bir kuğunun zarafetiyle süzülürken, gücüyle inceliğini birleştiren hareketleriyle seyircileri büyülüyor, kendi kuşağının en büyük artistik buz pateni yıldızlarından biri olarak alkışların ve hayran bakışların merkezinde duruyordu. Sanki yalnızca buzun üzerinde yaşamak için doğmuş gibiydi.
Ama kader, ona bambaşka ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yol hazırlamıştı.
2000 yılında Elena, kalbinde kocası ve aynı zamanda antrenörü olan Nikolay Svitov’a duyduğu büyük sevgiyle ve daha da büyük bir hayalle ülkesinden ayrıldı.
O hayal, artistik buz pateni neredeyse hiç tanımayan bir ülkeye, Meksika’ya taşımaktı.
Monterrey’de küçük bir akademi kurdular. Çocuklar, Elena’nın büyüleyici adımlarıyla buzun sihrini ilk kez keşfediyordu. Çift, bölgede neredeyse yok sayılan bir spora yeni bir kapı aralamayı başarmıştı.
Fakat hayaller, ne kadar parlak olursa olsun, bir anda tuzla buz olabilir.
Birkaç yıl sonra akademi kapandı. Ardından, 2006’da yüreğini hançerleyen acı bir boşanma geldi. Hüznün gölgesi yavaş yavaş Elena’nın yüzüne sinmeye başladı, dünyası çatırdamaya doğru gidiyordu.
Ve 2010’da en yıkıcı haber geldi: “Paranoid şizofreni” teşhisi.
Hastalık zihnini kuşattı, düşüncelerini paramparça etti, buz üzerindeki o eşsiz dengesini elinden aldı. Artık herkesin tanıdığı şampiyon değil, kendi içindeki amansız bir canavarla savaşan bir kadındı.
Hayatı kökten değişmişti.
Ne ışıklar altında ne de buz pistlerinde yaşıyordu artık. Onu Jalisco eyaletinin Tepatitlán sokaklarında, önünde paslı bir alışveriş arabasıyla yürürken görmek mümkündü. Arabasında, yıkılmış dünyasının kırıntıları: birkaç eşya ve tek tesellisi olmuş küçük hayvanlar…
Mahalleli onu iyi tanıyor. Her gün dağınık saçlarıyla, bakışları başka bir evrene dalmış halde yürüdüğünü görüyorlar. Bazen Rusça, bazen İngilizce konuşuyor; ama çoğu insan onu anlamıyor. Yardım eli uzatan çok oldu, fakat o çoğunu geri çevirdi: ya dilin duvarına çarptı ya da hastalığın kök saldığı derin korkularına.
Böylece Elena’nın hikâyesi, bir peri masalı gibi başlayan buz üzerindeki yolculuktan sokaklarda unutulmuş bir hayata dönüştü.
Podyumların ve alkışların zirvesinden, soğuk kaldırımların ve paslı bir arabanın sessizliğine…
Görkemli bir şöhret ışığından, hastalığın ve yalnızlığın zifiri karanlığına.
Elena bugün devletin sağladığı yardım evlerinde hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Geçmişe dair çok az şeyleri hatırlıyor.
Onun hikâyesi yalnızca kişisel bir trajedi değil, hepimize acı bir hatırlatmadır:
Şöhret bir gün sönebilir, ruh sağlığı en kıymetli hazinedir ve zafer ile çöküş arasındaki çizgi bazen akıl almaz derecede ince olabilir.’’
Kaynaklar:
Pozitif
Life Facts
M. Çalık Tozbey
Cienciatum Sorpréndete
BBC world News
Depresyonu Tetikler ve Bilişsel Fonksiyonlar Zayıflar
‘‘Ekran ışığı uykunun hem kalitesini bozar hem de süresini azaltır. Özellikle yatmadan önceki birkaç saat içerisindeki ekran maruziyeti uyku açısından oldukça olumsuz sonuçlar doğurur. Temiz ve düzgün bir uyku olmadığında dikkat ve konsantrasyon süresi düşer.
Uykusuzluk depresyonu tetikler ve depresif hâl bilişsel fonksiyonları zayıflatır. Birkaç gün ekran detoksu yapsanız dahi bunun sizi mutlu ettiğini fark edersiniz. Kötü uyku dikkat süresini azalttığı gibi hafızaya da olumsuz etkilerde bulunur.
..Daha düşük dikkat, daha zayıf bilişsel fonksiyonlar ve zayıflamış bir hafıza gerçekten ilim öğrenmek isteyen birisi için afettir. Bu açıdan geç uyumamak, düzgün ve yeterli bir uyku süresi tutturmak ve yatmadan önce telefonla meşgul olmamak önemlidir.
Bunun yanı sıra uzamış ekran süresi, otizm risk faktörüdür. Bu yüzden hem otizm spektrum bozukluğunda hem de dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda psikiyatırların ilk önerisi çocuklarda ekran süresinin azaltılması olur. Otizm spektrum bozukluğu düşük dil becerisi ile karakterize bir hastalıktır. Ekran süresini dil gelişimini doğrudan olumsuz etkilediği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.’’ (Öğrenmeyi Öğrenmek -ACM)
Faiz Döngüsü Zengin ile Fakiri Ayıran Bir Gerçektir
Pakdamar, kısaca özetlemiş;
Dünya ekonomisi normalde %2–3 büyür, faizler de benzer seviyelerde seyreder. Her şey yolundadır. Ama iş burada bitmez. Çünkü sahneye zamansız “krizler” çıkar: 1929, 2001, 2008, pandemi, jeopolitik şoklar gibi…
Batı’da tarhana, çeyrek altın, yastık altı yoktur. Şok gelince panik aniden büyür, işsizlik artar, ekonomi durur.
O noktada devreye (başta FED) merkez bankaları girer: Faiz sıfırlanır. Para basılır. “Harcayın, ekonomi yeniden canlansın” denir. Ve gerçekten de ekonomi canlanır:)
Ama bu kez aşırı para bolluğu enflasyonu patlatır.
Kolay para → hızlı talep → artan fiyatlar peş peşe gelir.
Sistem kontrolden çıkmasın diye bu kez faizler sert yükseltilir. Faiz yükselince ekonomi soğur, talep düşer, fiyatlar yataya oturur. Sistem tekrar “dengeye” gelir.
Özetle döngü hep aynıdır:
•Düşük faiz → büyüme + enflasyon (yükselen fiyatlar)
•Yüksek faiz → durgunluk + işsizlik (kesatlık düşen fiyatlar)
Geçişler ise sancılıdır.
Kimi zaman “yumuşak iniş”, kimi zaman sert çakılış.
Ama döngü hep devam eder:
Faiz iner → ekonomi coşar → enflasyon patlar → faiz çıkar → ekonomi soğur denge gelir.
Kabiliyetlerinizi Açığa Çıkarmanın Hayati Sırları
Dr. Ferhat Aslan önemli noktalara değiniyor; İzlemeyenler için kısa bir özet:
İnsanın evrendeki birincil varoluş nedeni öğrenmektir. İnsan, fıtratı gereği okumak ve ilimle tekemmül etmek (gelişmek) için yaratılmıştır. Kur'an'ın ilk emrinin "Oku" olması bu gerçeği destekler. Okumayı sevmeme durumu, bir aslanın kükremeyi veya bir atın koşmayı sevmemesine benzetilir; bu, fıtrata aykırı bir durumdur.
Çevre, aile ve eğitim sistemi bazen insanın potansiyeline zarar vererek, öğrenme arzusunu yok edebilir. Okumaktan nefret etme, tıpkı yeme bozukluğu gibi, öğrenme duygusunun bozulmasıdır.
Bir anne veya babanın, çocuğun aç olup olmadığını sormadan ona yemek yedirmeye zorlaması, çocuğun kendi duygularına olan güvenini zarara uğratır. Çocuk "Doydum" dese bile, "Doymadın" diye ısrar edilmesi, çocuğun özgüvenini yok eder. Bu baskıyla büyüyen kişi, ileride sürekli başkalarından onay bekler hale gelir. Zorla yemek yedirme eylemi nasıl işkenceye dönüşüyorsa, okumayı da çocuklara eziyet çektiren bir sürece dönüştürmek, yaratılış amacından sapmaktır.
İnsanın mutsuz olmasının ve bunalıma (daraltı) girmesinin temel nedeni, faaliyet içinde olmamaktır. Bu, evrensel bir yasadır: Demir çalışmazsa paslanır, su akmazsa kokuşur. İnsan faaliyet içinde olmazsa depresyona girer. Depresyon, insanın "kokuşmasıdır".
Başsızboş olmak sadece işsiz olmak anlamına gelmez; daha iyisini yapabilecekken bunu yapmamak da başıboşluktur.
İnsanlar, bu daraltıdan kaçmak için zamanlarını malayani (ne dünyaya ne ahirete faydası olmayan) işlere, telefona veya bağımlılığa yönelerek öldürür. Oysa çalışmanın hazzını ve saadetini bilmeyen tembel kişi, hizmetin mükafatının hizmetin içine konulduğunu bilmelidir. Asıl lezzet, öğrenmenin ve bir şeyi fark etmenin şehvetidir.
İnsanın bu dünyadaki vazifesi, aldığı eğitimle kendine verilen o özel yeteneği açığa çıkarmaktır. Kabiliyetini açığa çıkarmayan insan, Allah’ın onu o şehre veya mahalleye göndermesindeki hikmeti yerine getirememiş olur ve bu durumdan hesaba çekilecektir.
Başarıya ulaşmanın sırrı, sadece sözlü dua (kavli dua) değil, aynı zamanda büyük bir ihtiyaçla talep etmek ve fiili duadır(hareket ve eylem).
Hz. Hacer’in çölde su ararken Safa ve Merve arasında koşması, fiili duanın en büyük örneğidir; hareket etmiştir, ancak suyu Allah çıkarmıştır. Hayat, esasında bir faaliyettir ve harekettir.
Allah'ın bizim orucumu ihtiyacı yok ki, akşama kadar aç kaldım, neden? Vücudum arınsın, temizlensin, aczimi hissedeyim, kulluğum mu hatırlayayım, kalkayım diyeyim ki; içindeki potansiyeli gerçekleştirmek için koş. Evet, günde beş vakit namaz ile kulluğum hatırlayayım, ben kulum bu dünyadaki vazifem sadece para kazanmak değil, içimde donanım var değil mi? Namazın amacı bu, Hacca giderken tekrar bunu hatırlamak…
Kabiliyet açığa çıktıktan sonraki ikinci aşama, bu donanımı insanlığa faydası olan işlerde (Salih Amel) kullanmaktır. Unutulmamalıdır ki, en hayırlı insan, insanlara faydası olan insandır.
Zihinsel Sermaye Olmadan Finansal Sermaye Yetmez
Şirket sahipleri ile olan diyaloglarda, sadece ürünlerin değil, zihinlerin de büyük önem arz ettiğini birçok defa görüyorsunuz.
Dr. İ. Can’ın bir tekstil fuarında yaşadığı kısa bir sohbet, bana yine şunu hatırlattı: Asıl krizler bilanço tablolarında değil, düşünce biçimlerinde başlıyor.
Bir şirket, “10 milyon Euro’luk sipariş alırsak danışmanlık alırız” diyorsa, zaten o siparişi alacak zihinsel olgunluğa ulaşamamıştır. Ve tam da bu yüzden, en büyük iflaslar genellikle cehaletin fark edilmediği yerlerde yaşanır.
Bu küçük ama öğretici anekdot, iş dünyasında neden hâlâ “danışmanlık lüks” zannedildiğini ve büyümenin neden hep hayal kaldığını çok iyi özetliyor.
Aşağıda yaşanan diyalog, aslında Türkiye’nin ekonomik fotoğrafının küçük bir kesiti gibi;
‘‘Tekstil fuarındayım. Genç bir hanımla tanıştık ve sohbet ediyoruz:
- Finansal yönetim danışmanı olarak şirketlerde ne yapıyorsunuz diye sordu. Ben de anlattım.
-Örneğin, iş akış süreçleriniz var mı dedim.
- Nasıl yani? dedi
Anlattım kısaca.
Sonra ekledim:
- Gerçek bir örnek olarak, bir tekstil şirketi Almanya’dan 10 milyon Euro sipariş alıyor. Çok mutlu. Krediyle ek makina yatırımı yapıyor. Bir süre sonra numune ürünler gönderiliyor ve cevap olarak “ürünün tarladaki pamuk haline kadar uzanan ve finans, yönetişim ve sosyal boyutları da kapsayan sürdürülebilirlik raporu” isteniyor. Şirket bunu ilk kez duyunca ve bu koşulları sağlayamadığı için sözleşme iptal oluyor. Banka kredisi de ödenemiyor ve iflas yaşanıyor.
Ve ekledim:
- Bunu patronlara anlatınca şöyle diyorlar: “Biz 10 milyon Euro sipariş alacak kadar büyürsek sizden danışmanlık alırız.”
Bu noktada genç ve zeki hanım dedi ki;
- Bu danışmanlık alınmadığı sürece o büyüklüğe ulaşılması da mümkün olamaz zaten.
- Evet, kesinlikle!
İşte bunu anlamamak ve direnmek tam olarak cehalet dedim.
- Evet, aynen öyle, dedi.
Sonra genç hanım ekledi:
- Bunu babama da anlatır mısınız lütfen?
- Tabii, babanız patron galiba?
- Evet, öyle.
Baba geldi.
Aynen aktardım:
Ve tam “Banka kredisi de ödenemiyor ve iflas yaşanıyor.” dediğim anda babası şöyle dedi:
- Biz 10 milyon Euro sipariş alacak kadar büyürsek sizden danışmanlık alırız. İşte o anda patronun kızı gözlerime bakarak kahkaha attı ve fuar alanında herkes bize baktı ama nasıl gülüyor. Babası anlayamadı olayı şaşkın halde bakıyor. Ben olay yerinden hemen uzaklaştım. Ve sanırım baba bu davranışın bilimsel bir gerçek olduğunu ve kendisinin de sayısız vakayla aynı düşünce ve davranışı sergilediğinin ve bunun iflasa yol açan cehalet olduğu gerçeğini asla öğrenemeyecek veya açıklansa da kabul etmeyecek.’’
‘Konuyu Değiştirmezsen Günaha Girersin’
El- Ezkar’da denk gelince bültende de yer vermek istedim. Konuyu iki hadis ile ele alarak farklı boyutlarıyla çok güzel tahlil ediyor. Ruhsal çürümeye sebep olduğu için sık sık hatırlanmasında zaruret görüyorum:
‘‘Hz. Âişe şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Resûlü!
‘‘Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu kusur olarak yeter” dedim.
Râvilerden biri, bu sözle Hz. Âişe’nin, Safiyye’nin kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor.
Bunun üzerine Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu:
“Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki eğer o söz denize karışsaydı, onun suyunu bozardı.”
Hz. Âişe dedi ki, bir başka gün de Resûl-i Ekrem’e bir insanın durumunu taklid ederek hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu:
“Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklit ederek anmayı kesinlikle istemem.”
&
İmam Nevevi, konuya dair genel olarak şu önemli noktalara dikkat çekiyor:
‘‘Hz. Âişe annemiz, biz bu tür yanlışları yapmayalım diye kendisinin iki önemli hatasını ve Peygamber Efendimiz sav’in kendisine olan uyarısını anlatmıştır.
Bu hadisten şunu da öğreniyoruz:
Gıybet sadece sözle değil; el, kol, kaş, göz hareketleriyle de yapılabilir.
Ben derim ki: Gıybeti en fazla yasaklayan hadislerden biri veya en büyüğü bu hadistir. Gıybeti bu derece kötüleyen başka bir hadis bilmiyorum.
Zira Allah’ın Resûlü, Kendi hevâ-hevesine göre konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir.
Ayrıca; Gıybet etmek haram olduğu gibi, yapılan gıybeti dinlemek ve onu tasdîk etmek de haramdır.
Haram olan gıybete başlayan birini duyan kimsenin, kendisine mutlaka bir zarar geleceğinden korkmazsa, gıybet yapanı önlemesi gerekir. Şâyet önlemeye kalktığı takdirde kendisine bir zarar geleceğinden korkarsa, yapılan gıybeti kalbiyle reddetmesi ve yapabiliyorsa oradan kalkıp gitmesi gerekir.
Bir kimse yapılan gıybeti sözüyle engelleyebiliyorsa veya konuyu değiştirebiliyorsa bunu mutlaka yapmalıdır; yapmazsa günaha girer. Şâyet diliyle “Sus, konuşma” dediği hâlde kalbiyle o gıybetin devam etmesini istiyorsa, İmâm Gazzâlî bunun “münâfıklık olduğunu, öyle demesinin kendisini günahkâr olmaktan kurtarmayacağını, günahtan kurtulmak için o gıybeti kalbiyle reddetmesi gerektiğini” söylemiştir.
Bir kimse gıybet yapılan mecliste oturmak zorunda kalır, gıybeti önleyemez, gıybetin yapılmaması için çabaladığı hâlde sözünü dinletemezse ve o meclisten ayrılma imkânı da bulamazsa, yapılan gıybeti dinlemesi ve ona kulak vermesi kendisine haram olur.
Onun orada yapacağı tek şey, Allah Teâlâ’yı hem diliyle hem de kalbiyle zikretmek veya sadece kalbiyle zikretmek yahut konuşulanları dinlememek için başka şey düşünmektir. Bunu yaptıktan sonra dinlemediği veya kulak vermediği hâlde yapılan konuşmayı duyması ona zarar vermez. Gıybet yapanlar konuşmaya devam ettiği sırada oradan ayrılma imkânı bulursa, mutlaka ayrılması gerekir.
Kendilerini âlim zanneden veya zâhid geçinen bazılarının yaptığı gıybet de haramdır. Çünkü onlar gıybeti üstü kapalı sözlerle değil de açıkça söylüyormuş gibi yaparlar.
Onlardan birine: “Falanın hâli nasıldır?” diye sorulduğu zaman şu nevi cevaplar verir: “Allah bizi ıslâh etsin”,
“Allah bizi affetsin”,
“Allah onu ıslâh etsin”,
“Allah’tan âfiyet dileriz”,
“Bizi zâlimlerin (devlet adamlarının) kapısına gidip gelmekle imtihan etmediği için Allah’a hamd ederiz”,
“Şerden Allah’a sığınırız”,
“Allah bizi hayâsızlıktan korusun”,
“Allah bize tövbe nasîb eylesin” derler veya buna benzer sözlerle, hâli sorulan kimseyi kötülerler. Bütün bu ifâdeler haram olan gıybettir.
Şöyle sözler de haram olan gıybete girer:
“Falan kimse hepimizin yakalandığı derde tutulmuştur”, “Ne yapsın canım, hepimiz aynı şeyi yapıyoruz.” Gıybetin ölçüsü, daha önce de söylediğimiz üzere, karşı tarafa bir kimsenin kusurunu üstü kapalı bir şekilde anlatmaktır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Âyetlerimizle alay edenleri gördüğünde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarından uzaklaş. Eğer şeytan bunu sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimlerle beraber oturma.
İbrâhim ibni Edhem -Allah ondan râzı olsun- bir düğün yemeğine dâvet edilmiş ve oraya gitmişti. Dâvete gelmeyen birinden söz ettiler ve “O hantalın biridir” dediler.
Bunun üzerine İbrâhim Edhem, “İnsanların gıybet edildiği bir yere gelmek sûretiyle bu kötülüğü ben de yaptım” dedi, oradan ayrıldı ve üç gün süreyle bir şey yemedi.”
Bu konuda söylenen manzûmelerden biri şudur:
Dilini kötü söz söylemekten koruduğun gibi, kulağını da kötü söz işitmekten koru!
Şuna dikkat et: Sen kötü bir söz duyduğunda, (bu sözü kabullenirsen) onu söyleyenle aynı günahı işlemiş olursun.’’
Nebi sav diyor ki:
“Mi’râca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
‘Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?’ diye sordum.
Bana şu cevâbı verdi:
Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler, şeref ve nâmuslarına dil uzatanlardır.” (İmam Nevevi)
Aşırı Düşünenler İçin 10 Fikir
Aşırı düşünmek, kişinin bilinçli yaşamının büyük bir bölümünü tüketen ve tekrar eden, verimsiz düşünce döngülerine yol açan ciddi bir zihinsel durum olarak tanımlanıyor.
Düşünceler genellikle unutuluyor ve kişi geçmiş ya da gelecek hakkında gereksiz endişelere kapılıyor. Düşünceleri yönetmek için kaygıları bölümlere ayırmak, kararları deneylere dönüştürmek ve kendini evrenin merkezi olmaktan çıkararak farklı bakış açıları geliştirmek gibi pratik yöntemler öneriliyor.
Yazar kısaca şu noktalara değiniyor;
Ortalama bir kişi, uyanık olduğu 16 saat içinde yaklaşık 8 saatini zihinsel dolaşımlarla geçiriyor, bu da yılda yaklaşık 6 ayın zihinsel olarak kaybedilmesi anlamına geliyor.
Günlük 30.000 ile 70.000 arasında düşünce oluşuyor fakat çoğu bilinçli hafızada kalmıyor, yani aşırı düşünmek bir çeşit unutkanlık (amnezi) gibidir.
Seyahat gibi dışsal kaçış yolları işe yaramıyor çünkü kişinin kaçamadığı şey kendi zihnidir.
Aşırı düşünme, düşük eylem gücü (agency) ve zamanı verimli kullanamama sonucudur; geçmişte takılı kalmak ya da geleceği endişeyle beklemek faydasızdır, geçmişi düzeltmek ve geleceği inşa etmek ise yararlıdır.
Zihindeki düşüncelere güvenmek yanlış olur; düşünceler dışa aktarılmadıkça (yazmak, konuşmak, çizmek gibi) zihinsel döngülerden kurtulmak zordur.
Geleneksel karar almak aşırı düşünmeyi artırır; kararları deney olarak görmek ve test etmek daha etkin bir yöntemdir.
Aşırı düşünmek, zayıf özgüvenden çok, kendine aşırı odaklanma ve narsisizmle ilgilidir.
Kendini evrenin merkezi olmaktan çıkarıp başkalarının perspektifini benimsemek, aşırı düşünmeyi azaltır ve sosyal becerileri artırır.
Napolyon’un "düşünce dolapları" yöntemiyle, kaygılar belirli zamanlarda ele alınır ve sonra geçici olarak kapatılır; bu, sürekli zihni meşgul eden kaygıları azaltır.
Düşüncelere direnmek yerine onları kabul etmek, düşünce gücünü azaltır ve zihinsel huzuru artırır.
Aşırı düşünme, bilinçli zihinsel disiplin ve radikal kabullenmeyle aşılabilir.
Maddeler halinde toparlayacak olursak;
Aşırı düşünme, hayatın vergisidir.
(Zihinsel yük, yaşam enerjinden sürekli küçük bir pay keser.)Aşırı düşünme, bir tür hafıza kaybıdır.
(Zihnin geçmiş ve geleceğe takılıp anı yaşamayı unuttuğu durum.)Zihninden kaçamazsın.
(Nereye gidersen git, düşüncelerin seninle gelir; onlardan saklanmak çözüm değildir.)Aşırı düşünme, düşük öz-yeterlilikten (low agency) kaynaklanır.
(Kendini etkisiz hisseden kişi, eylem yerine düşünmeye sığınır.)Hiçbir düşünceye hemen güvenme.
(Düşünceler çoğu zaman içsel gürültüdür; sorgulanmadan kabul edilmemelidir.)Karar vermeyi bırak, deney yapmaya başla.
(Hayatı laboratuvar gibi yaşa; dene, gözlemle, öğren — mükemmel kararı bekleme.)Aşırı düşünme, aşırı öz-önemden doğar.
(Kendini her şeyin merkezine koydukça zihin yüklenir ve felç olur.)Zihnini Napolyon’un dolabı gibi düzenle.
(Düşüncelerini kategorilere ayır, zihinsel dağınıklığı azalt, karar yorgunluğunu önle.)Zihninden saklanamazsın.
(Onu bastırmak yerine, tanı ve onunla yaşamayı öğren.)Aşırı düşünme çözülebilir bir problemdir.
(Bir kader değil; doğru farkındalık, eylem ve sistemle aşılabilir.)
Haftanın Videoları
Alman Ekonomisinin Önlenemez Düşüşü Sürüyor. İşadamları Kızgın, Tüketici Umutsuz
İnternet Bitti mi? SORA 2 ile Artık Hiçbir Videoya Güvenemezsiniz!
KAN PARASI: Amerika Savaşları Nasıl Nakit Makinelerine Dönüştürüyor? | Jeopolitik vaka çalışması
Kimsenin Bahsetmediği Girişimcilik Hataları - Tyler Jorgenson
Haftanın Teknoloji ve Yapay Zeka Manşetleri
IBM, daha yüksek verimlilik ve daha düşük bellek kullanımı sunan açık kaynaklı Granite 4 Mamba-Transformer modellerini piyasaya sürdü.
Florida'da yaşayan 13 yaşındaki bir öğrenci, ChatGPT'ye arkadaşını nasıl öldüreceğini sorunca, yapay zeka destekli okul izleme uyarısı tetiklendi ve tutuklandı.
OpenAI , geliştiricilerin yapay zeka destekli iş akışı otomasyonlarını görsel olarak oluşturup dağıtmalarına olanak tanıyan sürükle ve bırak aracı Agent Builder'ı DevDay'de tanıtacak.
Perplexity, Comet AI tarayıcısını dünya çapında ücretsiz hale getirdi ve Max kullanıcıları için yeni bir arka plan asistanı tanıttı.
Axiom Math, yeni matematik yaratan ve kanıtlayan bir yapay zeka matematikçisi geliştirmek için 300 milyon dolar değerlemeyle 64 milyon dolar topladı.
Yapay zeka tarafından yaratılan Tilly Norwood karakteri , editörler arasında "oyuncu" olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı konusunda hararetli tartışmalara yol açan bir Wikipedia sayfasına girdi.
Kadın sağlığı girişimi Midi Health, menopoz bakımını yaygınlaştırmak için uzun ömürlülüğe ve yapay zekaya güvenerek 50 milyon dolar topladı.
NBA, küresel taraftar deneyimini geliştirmek için yeni istatistikler, içgörüler ve kişiselleştirilmiş özellikler ekleyen yapay zeka destekli bir platform başlatmak için AWS ile ortaklık kurdu.
Bilgi platformu Stravito, şirketlerin tüketici profilleriyle sohbet etmesini ve hızlı bir şekilde içgörüler elde etmesini sağlamak için AI Personas'ı piyasaya sürdü.
Google, yapay zeka destekli akıllı ev dönüşümüne işaret etmek için Asistan'ı Gemini for Home ile değiştirdi, yeni 2K akıllı kameralar, yenilenmiş bir uygulama ve 10 dolarlık premium abonelik başlattı.
MENTORLUK DESTEĞİ
ZAMAN YÖNETİMİ EĞİTİMİ VE HAYAT SİSTEMİ
ŞİRKETLERİNİZ İÇİN YÖNETİM DANIŞMANLIĞI
BÜLTENE ABONE OLARAK DESTEK VEREBİLİRSİNİZ
Bu haftalıkta bültenimizin sonuna geldik.
👉 Bültenimize sponsor olabilir, reklam verebilir, yıllık abone olarak maddi destek verebilir veya devam edebilmemiz için bağış yapabilirsiniz. Üç arkadaşınıza tavsiye vererekte bu bilgilerin onlara ulaşmasına vesile olabilirsiniz.