İslam’ın Temeli Olan 30 Hadis
Bu Hafta Bültende Neler Var?
İslam’ın Temeli Olan 30 Hadis
Daha İyi ve Daha Akıllı Okumak İçin 7 Bilimsel Teknik
Kendinden Şüphe Et
Plansız Çalışmak
Beynimizin Sessizce Kopyaladığı Hayatlar
Kronik Stres Beynimizi Sessizce Nasıl Değiştiriyor?
Düşünme Kapasitesi Kayıp mı Oluyor?
Mükemmeliyetçilik Bir Yetenek Değil, Bir Alarm Sistemidir
İçimizdeki Savaş Alanı
Bir Sahabe: Ümmü Rûman
2025'te Sizi Dava Ettirecek, Kovulmanıza veya Utanmanıza Neden Olacak Yapay Zeka Alışkanlıkları
Haftanın Videoları (20 video)
Haftanın Makaleleri (11 Makale)
Teknoloji Ve Yapay Zeka Gelişmeleri
Nevevî’nin El-Ezkâr’ının sonuna eklediği “İslâm’ın Temeli Olan Otuz Hadis” bölümü, ilk bakışta küçük bir liste gibi görünür. Ama biraz dikkatle okuyunca insan fark eder ki, bu bölüm aslında bir hayat haritası ve düşünce sistemidir. Nevevî, dağınık duran hayatı, kişinin kendisi adına olan amelleri, ahlaki ölçüleri, kalp eğitimini ve insan ilişkilerini toparlayıp tek bir çizgiye yerleştiriyor: niyet, ihsan, takvâ, adalet, merhamet…vs.
Sanki “İnsan, bu beş sütunu hayatının merkezine koyduğunda, geri kalan her şey yerine oturur” demek istiyor. Bu yüzden bu otuz hadis, sadece ezberlenecek metinler değil; bir düşünme biçimi, hayatı düzenleme çağrısı, kalbi toparlayan bir sistem gibi okunmalı. Hangi yöne gideceğini bilemeyen insana, “Önce buradan başla” diyen bir rehberlik hissi veriyor.
Nevevî’nin bu bölümü kitaba eklerken taşıdığı niyet de tam olarak bu: Bizi yüzlerce rivayetin arasında kaybolmaktan korumak, dinde taşıyıcı kolonları yeniden göstermek, özü hatırlatmak. Böylece okurken sadece bilgiyi değil; hayatı sadeleştiren, insana yön veren bir bakış açısını da fark ediyorsunuz.
Bugünün hızlı dünyasında bu hadisleri yeniden okumak, kalabalığın içinde bir an durup nefes almak gibi. İnsan kendi hayatına dönüp bakıyor; niyetleri, eylemleri, ilişkileri, kalbinin iç sesi… Hepsi bu metinlerde bir karşılık buluyor. Ne çok ağır bir ilmî metin, ne de yüzeyde dolaşan bir nasihat. Tam kararında: hem zihne hem kalbe işleyen bir öz.
Şimdi Nevevî’nin bu otuz hadisi nasıl seçip sıraya koyduğuna bakarken, onu sadece bir gelenek listesi gibi değil; hepimize yön veren, hayatın dağınıklığını toparlayan bir rehber olarak okumakta fayda var.
Bu büyük zat bu 30 hadisi şöyle sıralıyor;
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmek ise eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
2. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bizim bu dinimizde, ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa o şey kabul edilmez.”
3. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyurdu:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur.
Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar.
Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır.
Unutmayın ki Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir.
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır.
Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.”
Nevevi: ‘‘Helâli ve haramı din belirler. Bu sebeple onları bilmek kolaydır. Şüpheli şeyleri din belirlemediği için, halkın çoğu onları bilemez. Fakat iyi bir Müslüman’ın kalbi, bu konuda ona ışık tutar. Günaha bulaşmamak için, şüpheli şeylerden uzak durmak gerekir.’’
4. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi ve şöyle buyurdu:
“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı hâline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu meleğe dört şeyi; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi yoksa kötü biri mi olacağını yazması emredilir.
Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesâfe kalır da sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesâfe kalır; sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devâm eder de neticede cennete girer.”
5. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak.”
6. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi Müslüman olduğunu gösterir.”
7. Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda îmân etmiş olmaz.”
8. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlere neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberlere, ‘Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan rızıklardan yiyin, sâlih ameller yapın’ buyurmuştur.
… Mü’minlere de: ‘Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helâl olanlarından yiyin’ buyurmuştur.”
Nebi sav daha sonra şöyle söyledi:
“Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak, ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye duâ eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdâsı haramdır. Böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir!”
9. Nebi sav:
“Birine Zarar vermek de zarar verene zararla karşılık vermek de yok.”
10. Temîm ibni Evs ed-Dârî radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, “Din nasihattir (samîmiyettir)” buyurdu. Biz kendisine, “Ey Allah’ın Nebîsi, din kimin için nasihattir (samîmiyettir?) diye sorduk.
O da şöyle buyurdu:
“Allah için, Allah’ın kitabı için, resûlü için, mü’minlerin yöneticileri ve bütün Müslümanlar için nasihattir (samîmiyettir).”
11. Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyurdu:
“Size neyi yasaklarsam ondan sakının ve size neyi emredersem onu da elinizden geldiği kadar yapın. Çünkü sizden öncekiler peygamberlerine çok soru sormaları ve aldıkları cevaplar konusunda ihtilâf etmeleri yüzünden helâk oldular.”
12. Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin huzûruna bir adam geldi ve:
“Yâ Resûlallah, bana öyle bir amel göster ki onu yaptığım zaman beni hem Allah sevsin hem de halk sevsin” dedi.
Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu: “Dünyâya gönül verme ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikme ki halk seni sevsin.”
12. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’tan başka ibâdete lâyık ilâh bulunmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma gönülden inanan bir Müslüman, şu üç sebepten biri bulunmadıkça öldürülmez: Birinci sebep, evlendikten sonra zinâ etmesidir.
İkinci sebep, bir kimseyi öldürmesidir.
Üçüncü sebep, dinini terk edip İslâm toplumundan çıkmasıdır.”
Nevevi: ‘‘Bu hadîs-i şerîfe göre, evlendikten sonra zinâ eden kimse recm edilir. Bir şahsı öldüren kimseye, işlediği bu cinâyet yüzünden kısâs uygulanır. Dinini terk ederek İslâm toplumundan çıkan kimse de öldürülür.’’
14. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben, Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edip namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı hakkıyla verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hâllerinin hesabı Allah’a âittir.”
Nevevi: “İslâm’ın gerektirdiği haklar”; kısası gerektiren bir suç işleyene kısas yapılması, nâmuslu bir kadına iftirâ edene veya birinin malını zorla elinden alana hak ettiği cezanın verilmesidir. “Gizli hâllerinin hesabı Allah’a âittir” ifâdesinin anlamı ise şudur: Bir kimse, başkalarına göstermeden evinde bir günah işliyorsa, bu onun özel hayatı olduğu için, bundan dolayı sorguya çekilmez; fakat gözlerden uzak bir yerde işlediği suçunun hesâbını Allah’a verecektir.’’
15. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.”
16. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herkese sırf iddiâsına bakarak dilediği verilecek olsa, birçok kimse, birçoklarının mallarını ve canlarını almaya kalkar. Lâkin iddiâ edenin delil getirmesi, inkâr edenin de yemin etmesi gerekir.”
Nevevi: ‘‘Allah korkusu olmayan kimse, başkasının malında hak iddiâ eder. İşte bu sebeple dâvâcıdan iddiâ ettiği konuda delil getirmesi, dâvâlıdan da kendisinin haklı olduğuna dâir yemin etmesi istenir.’’
17. Vâbisa bin Ma‘bed radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzûruna geldi.
Allah’ın Resûlü ona:
“(Vâbisa) İyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
O da: “Evet” dedi.
Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Kalbine danış. İyilik nefse güven veren, kalbi tatmin eden şeydir.
Günah ise kalpte iz bırakan şeydir; başkaları fetvâ verse, nice fetvâlar verse bile günah, vicdanı rahatlatmayan şeydir.”
Nevevi: Peygamber Efendimiz sahâbîsine neden “kalbine danış” buyuruyor? Çünkü yaptığı günahlarla özelliğini yitirmemiş bir kalpte ilâhî bir nur vardır. Böylesine temiz bir kalp iyiyi kötüden ayırt edebilir, doğru olanı gösterir ve düzgün fetvâ verir. Bir insanın içinde bulunduğu durumu başkaları yeterince bilemez, bu sebeple de doğru fetvâ veremez.
Nevvâs ibni Sem’ân radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İyilik güzel ahlâktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp durduğu hâlde, insanların bilmesini istemediğin şeydir.”
18. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ her varlığa iyi davranılmasını emretmiştir. Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde, bu işi can yakmayacak şekilde yapın. Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, ona eziyet vermeyecek güzel bir şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.”
19. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun.
Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse komşusuna iyi davransın.
Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misâfirine ikrâm etsin.”
20. Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, bir adam Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme, “Bana öğüt ver!” dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona, “Kızma!” buyurdu.
Adam dileğini birkaç defa tekrar etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de her defasında ona, “Kızma!” buyurdu.
Nevevi: ‘‘Öfkeyi büsbütün yok etmek mümkün değildir. Bu sebeple öfkeyi doğuran sebeplerden uzak durmaya çalışmalıdır. Resûlullah Efendimiz öfkesine hâkim olanı gerçek kahraman saymıştır.’’
21. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmâl etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınırlar koydu, o sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramlara el uzatmayın. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın.”
Nevevi: ‘‘Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırlara uymalı, farzları yapmalı, haramlara el uzatmamalıdır. Helâl mi haram mı olduğu bilinmeyen şeylerden de uzak durmalıdır.’’
22. Muâz ibni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi: “Ya Resûlallah! Benim cennete girmemi sağlayacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir şey söyle bana, dedim.
“Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolaylaştırdığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin” buyurdu. Sonra sözüne devamla, “Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi? Oruç kalkandır.
Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azabını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür” buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Onlar yataklarından kalkıp korku ve ümit içinde Rablerine duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden başkalarına da harcarlar. Yaptıklarının karşılığında onlar için göz aydınlığı olacak ne gibi mükâfâtların hazırlandığını hiç kimse bilemez.”
Daha sonra Resûl-i Ekrem, “Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” diye sordu. Ben, “Evet, bildir, yâ Resûlallah!” dedim.
‘‘İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır” buyurdu. Sonra, “Sana bütün bunların ölçüsünün kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?” dedi. Ben, “Evet, bildir, yâ Resûlallah!” dedim. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi dilini tuttu ve: “Şunu koru!” buyurdu. Ben, “Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” dedim.
“Annen yokluğuna yansın, ey Muaz! İnsanları yüzüstü veya burunları üstüne cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir” buyurdu.
23. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın. Kötülük yaptıktan sonra hemen iyilik yap ki o kötülüğü yok edesin. İnsanlarla da güzel geçin.”
24. İrbâz ibni Sâriye radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir konuşma yaptı.
Bu konuşmadan dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Bizler, “Ey Allah’ın Resûlü! Bu konuşma, ayrılıp gitmek üzere olan birinin vedâ konuşmasına benziyor, bize bir tavsiyede bulun” dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Size Allah’a karşı gelmekten sakınmanızı, başınıza bir Habeşli köle bile geçse onu dinleyip itâat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra sağ kalanlarınız pek çok ihtilâf görecektir. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnete dayalı uygulamalarına sarılmaktır. İşte bu sünnetlere sımsıkı sarılın. Sonradan ortaya çıkan bid’atlerden şiddetle kaçının. Çünkü her bid’at doğru yoldan çıkmaktır.”
25. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İlk peygamberlerden îtibâren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”
26. Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ne buyurursunuz? Eğer ben farz namazları kılar, ramazan orucunu tutar, helâli helâl bilir, haramı haram bilip bundan başka da bir şey yapmasam cennete girer miyim?” diye sordu. Allah’ın Resûlü de: “Evet” buyurdu.
Nevevi: ‘‘Beş vakit namazı kılıp ramazan orucunu tutmak şarttır. Allah Teâlâ’nın helâl kıldığı şeylerin helâl olduğuna inanmak, haram kıldığı şeylerin de haram olduğuna inanıp onları yapmamak esastır. Bunlar cennete girmek için yeterlidir. Diğer ibadetler ve hayırlar ise cennetteki derecelerin yükselmesini sağlar.’’
27. Süfyân ibni Abdillah es-Sekafî radıyallahu anh şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öyle anlat ki onu senden başkasına sorma ihtiyacı duymayayım” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.”
Nevevi: Âlimler şöyle demiştir: Bu hadîs-i şerîf, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin az sözle çok mânâ ifâde ettiği (cevâmiü’l-kelim) hadislerinden biridir ve şu âyet-i kerîmeye uygun düşmektedir: “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dosdoğru olanlar için ne bir korku vardır, ne de keder.”[995] İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu şöyle dedi: “Bu hadîs-i şerîfin mânâsı, Allah’a inanın ve O’na itâat edin, demektir.”
28. Ömer İbnü’l – Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Rasûlullah (sav)'in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamberin yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini peygamberin dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve;
– Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi. Rasûlullah (sav):
– “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, Ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kabe’yi ziyaret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
– Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
– Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Rasûlullah (sav):
– “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
– Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
– Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Rasûlullah (sav):
– “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
– Doğru söyledin dedi, sonra da:
– Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu. Hz. Peygamber (sav):
– “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
– O halde alâmetlerini söyle, dedi. Rasûlullah (sav):
– “Annelerin, kendilerine cariye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır “ buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Hz. Peygamber (sav):
– “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
Allah ve Rasûlü bilir, dedim.
Rasûlullah (sav):
– ”O Cebrail’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.’’
29. Abdullah ibni Abbas radıyallahu anhümâdan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana, “Evlat! Sana birkaç söz belleteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) gözet ki O’nu karşında bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile.
Ve şunu bil ki bütün bir ümmet toplanıp sana bir menfaat sağlamaya çalışsa Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey veremezler. Yine bütün bir ümmet, el birliğiyle sana bir zarar vermeye kalksa Allah’ın sana takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazdıkları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”
Tirmizî’den başkasının rivâyetinde şu ilâve bulunmaktadır: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet ki O’nu önünde bulasın. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmak sûretiyle) Allah’a kendini sevdir ki O da sıkıntı zamanında seni tanıyıp sevsin. Şunu bil ki kaderine yazılmamış olan şey başına gelmez. Kaderine yazılan şeyden de kurtulman mümkün değildir. Bil ki Allah’ın yardımı sabırla, kalbin ferahlaması üzüntüyle beraberdir. Her güçlükle berâber bir kolaylık vardır.”
30. Ebû Zer radıyallahu anhın Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden, onun Cebrâil aleyhisselâmdan, onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivâyet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, ben ise günahları affeder ve buna aldırış etmem. Benden af dileyin ki sizi affedeyim.
Ey kullarım! Benim doyurduklarım dışında hepiniz açsınız. Benden rızık isteyin ki sizi doyurayım.
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız.
Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Ey kullarım! Sizden önce yaşayanlar, sizden sonra yaşayacak olanlar, insan ve cin hepiniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsanız, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Sizden önce yaşayanlar, sizden sonra yaşayacak olanlar, insan ve cin hepiniz, kalbi en temiz bir kul gibi olsanız, bu, benim mülkümde en küçük bir şey arttırmaz.
Ey kullarım! Sizden önce yaşayanlar, sizden sonra yaşayacak olanlar, insan ve cin hepiniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunsalar, ben de her birine istediğini versem, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden bir şey eksiltmediği gibi, bu da benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez.
Ey kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklarım, (sonra onları size gösteririm). Artık kim amel defterinde bir hayır bulursa, Allah’a hamd etsin. Kim de amel defterinde hayırdan başka bir şey bulursa, başkasını değil, sadece kendini kınasın.”
Daha İyi ve Daha Akıllı Okumak İçin 7 Bilimsel Teknik
Daniel Pink’in okuma stratejilerinden ilhamla;
‘‘Birçoğumuz, bitirdiğimiz son üç kitabı ve onlardan bugün hâlâ kullandığımız bir fikri söylemekte zorlanıyoruz. Oysa okumanın gerçek değeri, kitapları bitirmekte değil; onlardan öğrenilenleri hayata aktarabilmekte ortaya çıkar. Daniel Pink — yıllardır yüzlerce kitap, makale ve araştırma inceleyen bir yazar — bu sorunu çözmek için geliştirdiği yedi tekniği paylaşıyor.
Bu teknikler hem hafızayı güçlendiriyor hem de okuma sürecini daha verimli ve keyifli hâle getiriyor.
Aşağıda, Pink’in yaklaşımını sizin için sistematik bir okuma rehberine dönüştürdüm.
1. Kitaplarınıza “işkence edin”: Pasif okur değil, dövüşen okur olun
Pink’in ilk tavsiyesi:
Kitaplara nazik davranmayın. Onlarla mücadele edin.
Altını çizin.
Kenarları kıvırın.
Sayfaların arasına notlar ekleyin.
Sırtını kırın, karalayın, tartışın.
Kitaplar birer kutsal obje değil; sparring partnerdir.
Siz onlara yumruk atarsınız, onlar size. Bu etkileşim zihinsel kaslarınızı güçlendirir.
Eğer bir kitap bembeyaz, tertemiz kaldıysa, aslında “okunmamış” sayılır.
2. Her bölümü 2–3 cümlede özetleyin: Öğrenme pasif değil, aktif bir eylemdir
Araştırmalar, pasif okumanın çabucak unutulduğunu gösteriyor.
Kalıcı öğrenmenin yolu ise aktif katılım.
Her bölümün sonunda kendinize 30 saniye ayırın ve şu iki şeyi yapın:
Bölümü iki-üç cümlede özetleyin.
Bu özeti doğrudan bölümün sonuna (veya bir deftere) yazın.
Bu işlem, beynin bilgiyi yeniden işleme koymasını sağlar.
Hızınızı yavaşlatır ama anlamayı ve hatırlamayı kat kat artırır.
3. Kitap bittiğinde üç büyük soruyu cevaplayın
Kitabı kapatmadan önce kendinize şu soruları sorun:
• Büyük fikir ne?
Kitabın özünü tek cümlede yakalarsınız.
• Yazar bunu nasıl biliyor?
Deliller, araştırmalar, örnekler…
Bu soru, bilgiyi başkasına aktarırken size güven kazandırır.
• Ben ne yapmalıyım?
Okuduğunuz her kitabı tek bir eyleme dönüştürün.
Bir davranış.
Bir karar.
Bir uygulama.
Bu üç soruyu bir Google Dokümanına yazmak, kitabı zihninizde mühürler.
4. “Hasat sistemi” kurun: Özetleriniz ikinci beyniniz olsun
Özetlerinizi ve altını çizdiğiniz yerleri:
Tek dosyada toplayın
Dijitalleştirin
Düzenli arşivleyin
Zamanla bu dokümanlar, Pink’in tabiriyle “özel veritabanınız” olur.
Bugün ise buna muhteşem bir yardımcı eklendi: Yapay zekâ.
Kitap özetlerinizi ChatGPT, Claude veya NotebookLM’e yükleyerek şöyle sorular sorabilirsiniz:
“Sunumuma ekleyebileceğim üç cümle seç.”
“Şu konuda yazı yazıyorum; kitap notlarımdan hangi fikirler işime yarar?”
Bu işlem, okuduğunuz yüzlerce sayfayı birkaç saniyede kullanılır hâle getirir.
5. Yeniden okuyun: Kitap aynı ama siz artık aynı kişi değilsiniz
Pink’in profesörü şöyle der:
“Bu kitabı okuduğunuzu biliyorum. Ama HENÜZ okumadınız.”
Çünkü:
Kitap aynı kalsa da
SİZ değişirsiniz.
Örneğin:
18 yaşında okuduğunuz İnsanın Anlam Arayışı ile 38 yaşında okuduğunuz versiyon aynı değildir.
Hayat değiştikçe kitap da değişir.
Bazı kitaplar ikinci okumada zenginleşir, bazıları ise “eskimiş” gelir.
Bu fark, sizin büyümenizi gösterir.
6. T şeklinde okuyun: Hem derine inin hem genişleyin
Bir T düşünün:
Üst çizgi genişliktir, dik çizgi derinlik.
İyi bir okur hem derin hem geniş okur.
Kendi alanınızda derine inin: mühendislik, psikoloji, ekonomi…
Ama alanınızın dışına da çıkın: sanat, şiir, biyografi, tarih…
Bu çapraz okumalar:
Yeni bakış açıları yaratır
Disiplinler arası düşünmeyi geliştirir
Yaratıcılığı artırır
Pink’in kendi örneği bunun kanıtı: Sanatçı biyografileri ve çizgi romanlar okuması, onun daha yenilikçi işler üretmesine yol açmış.
7. Bırakmayı öğrenin: Bitirmek zorunda değilsiniz
Bir kitabı yarım bırakmak zayıflık değildir.
Çoğu zaman, yazarın sizi tutamamasıdır.
Pink’in önerdiği pratik formül:
100 – yaşınız = Bir kitabı bırakmaya karar vermeden önce okumanız gereken sayfa sayısı.
26 yaşındaysanız → 74 sayfa
53 yaşındaysanız → 47 sayfa
Hayat kısa; kötü ya da sıkıcı kitaplarla vakit kaybetmeyin.
Ve son ipucu: Stres yapmayın. Okuma bir yarış değil, bir ayrıcalıktır.
Okumanın amacı:
Hız yapmak değil
Her şeyi tüketmek değil
“Ödev” gibi hissetmek değil
Amaç; büyümek, düşünmek, keşfetmek, keyif almak.
Hızlı okuma efsanesine kanmayın — bilimsel olarak işe yaramıyor.
Kendi hızınızda okun, kendi ritminizde öğrenin.
Pink’in dediği gibi:
“Okuma hayatın en büyük ayrıcalıklarından biridir.
Bunu niyetle, özenle ve keyifle yapın.”
Okuma bir sanat ise, hatırlamak bir ustalıktır
Daniel Pink’in paylaştığı bu yedi teknik, okumanın pasif bir tüketim değil, aktif bir mücadele olduğunu hatırlatıyor.
Kitaplar, hayatımıza dokunduğu kadar biz de onlara dokunmalıyız.
Kitaplarla dövüşün.
Özetleyin.
Hasat edin.
Tekrar okuyun.
Alanınızı genişletin.
Gerekirse bırakın.
Ve en önemlisi: keyifle okuyun.
Bu yedi adımı benimseyen biri için kitaplar artık sadece “okunan şeyler” değil; hayatı dönüştüren araçlar hâline gelir.
Not: Zaman yönetimi eğitimlerinde elimden geldikçe üzerinde duruyorum. Mümkün oldukça kitap okumalarını e-book ve entegre uygulamalarda okuyup özetlemek lazım. Bu hem kişisel bir google ve data hemde yıllar önceki özetlere ve konuş başlıkları üzerinden değerlendirmelere ulaşmak çok daha kolay oluyor. Aksi halde yılda 80 kitap okunsada hiç bir fayda sağlamaz.
Kendinden Şüphe Et
Yazar Damla Ömür Tantekin, denk geldiği “100 Maddelik Hayat Anayasası” listesinden seçip öne çıkardığı dört maddeyle makalesine başlıyor; ardından da kendi yaşamına kattığı veya katmaya çalıştığı ilkelerle devam ediyor.
Günlük adım sayısından sadeliğe, köklerle bağ kurmaktan düşünce dünyasını besleyen küçük hatırlatmalarla devam ediyor:
''Her gün paslanmamak için 5.000, kilo almamak için 7.500, sağlıklı yaşlanmak için 10.000 adım atmaya çalış.
📌“Az çoktur”u benimse ve her bakımdan sadeleş, hafifle.
📌Tevazuyu bırakma ama övgüyü de zarafetle kabul et.
📌Evinden, kentinden, ülkenden; köklerinden kopma.
Geçenlerde “100 Maddelik Hayat Anayasası” başlığı altında bir listeye denk gelmiştim. O sıralanan 100 madde içinden üstteki 4 maddeyi almak, listenin gerisini ise kendi düşüncelerimle, yaşamıma kattığım veya katmaya çalıştığım maddelerle tamamlamak istedim.
📌İnsanın yaşamdaki gerçek tutkusunu bulmak için çocukluğuna dönmesi, 9–10 yaşlarında nelerle uğraştığına, nelerin onu heyecanlandırdığına bakması gerekirmiş. Bunu keşfetmek için hiçbir zaman geç değil.
📌“Bazıları ışığın, bazıları gölgenin peşine düştü.” diye yazar, şair T.S. Eliot. Hakikatten, bilgiden, doğruluktan yana mı olacaksın yoksa gücün, statünün, gösterişin peşinden mi koşacaksın? Tarafını iyi seç.
📌Gerektiği yerde durmayı ve noktayı koymayı bil. Nitekim, İtalyan bir bilgenin söylediği gibi: “En iyi, iyinin düşmanıdır.”
📌Çok kitap değil; seçerek, nitelikli kitaplar oku. Kendine ait düşünme molası vermeden, fikir oluşturmadan yapılan okumaların hiçbir işe yaramayacağını unutma.
📌Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu adlı eserinde şöyle söyler: Unutma! İki kelime insan hayatında çok önemlidir: Ümit ve sabır. Birincisini kaybeden, ikincisini de kaybetmiştir.
📌Sanatla, felsefeyle, müzikle geliştireceğin ince bir estetik anlayış, seni bambaşka yerlere taşıyabilir. “İnsan doğasını sanatla yoğrulmadığı sürece sevmem” diyen Virginia Woolf'un bir bildiği olmalı.
📌Ritim önemlidir; konuşurken de, yazarken de, hayatı yaşarken de. Ne hızlı git ne de çok yavaş.
📌“Özgün olmak için ilk olmaya gerek yok. Farklı olmak yeterli” der Adam Grant “Originals” adlı kitabında. 1- Kendinden şüphe et 2- Fikirden şüphe et
📌Sevdiğim düşünür Henry David Thoreau’dan ilhamla: Bedensel güç kadar zihinsel sağlık da istiyorsan, çayırlar ve ormanla sürekli konuşmayı öğrenmelisin.
📌Yaşadığın her gün dünyada fark yaratmak için bir fırsat. Amacın, tutkun, fark yaratmak istediğin şey her neyse… Bu zamanı bir daha geri alamazsın; iyi değerlendir.
📌Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus.
Yani...
Hep yaşayacakmış gibi öğren, yarın ölecekmiş gibi yaşa.''
Plansız Çalışmak
‘’..Plansız çalışmak nere deyse çalışmamak gibidir. Muhakkak çalışma ya süre ya da sayfa sayı sına göre biçimlenmelidir. Eğer süre odaklı çalışılıyorsa aktif çalışılan süre, kronometre gibi dakika hassasiyeti olan ölçümlerle hesaplanma lıdır. Saat tutmadan kabataslak çalışanların 4 saat çalıştığını sandığı bir günde 2 saat çalışmış olma ihtimalleri oldukça yüksektir. Kişi kal kar bir çay koyar, aslında bu bir moladır ama örneğin "Saat 3 ile 4 ara sında çalıştım:' hayali içerisinde onu bir aktif çalışma gibi hesaplar. Ya da masa başında "T witter' da ara vereyim.'' der ama bunu da aktif ça lışma süresi içerisinde hesaplar.
Bu sebeple kendinizi kandırmamak için saat tutarak ve muhakkak plan yaparak çalışmanız gerekir. Pek çok insan vardır "kitap okuyor" diye bilinir ancak sadece ilgisini çeken bir kitabı film izler gibi geceden sabaha okur. Sonra belki 3 gün kitap yüzü açmaz. Böyle birinin planlı çalışan birisi kadar okuması imkansızdır. İstikrar her işte olduğu gibi ilim tahsilinde de en önemli konulardandır.
Basitçe üniversite sınavlarına hazırlık dönemlerini düşünün. Sizce haftada iki gün deli gibi çalışan birisi mi başarılı olur yoksa haftanın her günü istikrarlı çalışan birisi mi? Plan yapmayan nefsini zorlamaz. Her şahıs kendisi ile ilgili hüsnü zanna sahiptir. Bu hüsnü zan, ona çok çalıştığı vehmini verir. Oysa çoğu zaman gerçek böyle değildir.
Plan ve istikrarın önemini en kolay anlatabileceğim örnek şudur: Hiçbir tarih tahsili olmayan bir insan düşünün. Bu kişi 20 yaşın dan itibaren hobi olarak her gün günde 15 dakika Osmanlı tarihi ki tabı okuyor olsun. Yılda 91 saat okuma eder. Bunu 60 yaşına kadar sürdürdüğünü düşünelim.
Yaklaşık 3600 saat Osmanlı tarihi okumuş olur. Normalde aynı konuyu bu şekilde okuyan birisi hem kişisel okuma hızını arttırır hem de yer yer tekrar eden şeyler olacağı için bu metin leri okuma hızı oldukça yüksek olur. Kabataslak tahminime göre, belli bir süre sonra saatte 50 sayfa civarında okur. Başlangıçta ise saatte 20 sayfa gibi bir ortalamadan başlamıştır. Belki bunun aritmetik ortalaması 35 sayfa gibi düşünülebilir. Ancak biz 30 sayfadan hesaplayalım. Bu kişi günde 15 dakikalık istikrarlı okuması ile toplamda 108.000 sayfalık bir Osmanlı tarihi kitabı okumuş olacaktır. 108.000 sayfanın ne kadar büyük bir sayı olduğunun kolayca anlaşılabilmesi için;
Halil İnalcık'ın Devlet-i Aliyye ismiyle basılan 4 ciltlik eseri yaklaşık 1800- 2000 sayfa, İsmail Hami Danişmend'in 6 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eseri yaklaşık 3500 sayfa, Yılmaz Ôztuna'nın 10 ciltlik Büyük Osmanlı Tarihi eseri yaklaşık 5000 sayfadır. Üçü toplamda 10.000 sayfa civarıdır. Tamamı 500-600 sayfalık ciltlerden oluşan bu tarz eserlerden toplam 220 cilt okuyabilirsiniz Bu eserlerden yaklaşık 15-16 tanesi benim kitaplığımdaki raflardan bir rafı doldurur. Toplamı yaklaşık 13 raf eder. Bir kitaplık 6 raftır ve bu miktardaki kitap tam dolu 2 kitaplıktan taşar.
Günde 15 dakikalık bir çalışma istikrarlı sürdüğünde nasıl sonuç veriyor anlamak için bu misal yeterlidir. Peki ya günde 180-250-320- 400 dakikaları zorlayan bir çalışma planı yapılsa ve istikrarla sürdürülse kaç branş bu şekilde çalışılabilir bunu düşünmek gerekmez mi?
Ünlü futbolcu johan Cruyf un enfes bir sözü var:
"Futbol basit bir oyundur. Zor olan, onu basit oynamaktır.'' Aslında bu söz tüm hayat için bir ölçüde geçerli. Gerçekten çoğu konuda zor olan, basitçe faydalı görüneni yapabilmek ve bunda istik rarlı olmaktır.’’ (Kitap: Öğrenmeyi Öğrenmek)
Beynimizin Sessizce Kopyaladığı Hayatlar
Yazar önemli bir noktaya değiniyor.
İnsan beyni, çocukluktan itibaren dünyayı anlamayı büyük ölçüde bir strateji üzerine kurar: başkalarını izlemek.
Hareketlerimizi, sosyal reflekslerimizi, günlük rutinlerimizi hatta düşünme biçimlerimizi bile çoğu zaman bilinçli bir çaba göstermeden öğreniriz. Bu sürecin merkezinde ayna nöronlar bulunur; bir davranışı izlediğimizde, beynimiz o davranışı sanki kendi yapıyormuş gibi simüle eder.
Bu nedenle çevremiz sadece “gördüğümüz” bir atmosfer değildir; aynı zamanda bizi programlayan bir alan, davranışlarımızı şekillendiren bir eğitim sahasıdır.
Gün içinde farkında bile olmadan, hem iyi hem kötü davranışları depoluyoruz.
Bir arkadaşın sürekli telefon kontrol etmesi, ekibin erteleme alışkanlıkları, sosyal medya akışındaki kaotik yaşam stilleri… Hepsi beynimizde “normal davranış” olarak yer ediyor.
Asıl mesele ise şu:
Bu mekanizma bilinçsiz çalıştığında bizi sürükler; bilinçli kullanıldığında bizi dönüştürür.
1990’lardan bu yana yapılan nörobilim araştırmaları, beynimizin izleyerek öğrenme konusunda olağanüstü bir kapasiteye sahip olduğunu gösteriyor.
Birini düzenli spor yaparken izlediğimizde de, meal-prep yaparken gördüğümüzde de, yazarak çalışmayı takip ettiğimizde de beynimiz aynı şekilde tepki veriyor:
“Bu işe yarıyor. Kaydediyorum.”
Fakat aynı şey olumsuz davranışlar için de geçerli:
Dikkatsizlik, erteleme, düzensizlik, bağımlılık döngüleri…
Beyin ayırmaz, sadece taklit eder.
Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramı, izleyerek öğrenmenin aslında dört temel üzerine kurulu olduğunu anlatır. Bu dört ilke, davranışlarımızın nasıl şekillendiğini anlamamız için güçlü bir çerçeve sunar.
1) Dikkat
Öğrenme, önce görmeyle başlar.
Ama modern hayat dikkatimizi o kadar sık kesiyor ki, izlediğimizi sandığımız pek çok davranışı aslında fark etmiyoruz.
Dijital dağınıklık öğrenmeyi bozar.
2) Hatırlama
Fark etmek yeterli değildir.
Bir davranışı not almak, gözlemden hemen sonra kaydetmek, onu kısa süreli bellekten kalıcı belleğe taşır.
Bu adım atlanırsa, zihin izleneni birkaç saat içinde siler.
3) Yeniden Üretim
Gözlem yalnızca taslaktır; davranışı hayatımıza katmak için onu uygulamamız gerekir.
İzledikten sonraki 24 saat içinde yapılan küçük bir deneme bile öğrenmeyi çarpıcı biçimde hızlandırır.
4) Motivasyon
Her davranışı kopyalamayız.
Ancak sonuçlarına değer verdiğimiz, saygı duyduğumuz veya kendimize yakın hissettiğimiz kişilerden gördüklerimizi içselleştiririz.
Davranışın sizin için anlamlı bir “neden”i yoksa kalıcı olma ihtimali zayıftır.
Ortamın Gücü: Neye Bakarsanız Ona Benzersiniz
Gözlemsel öğrenme, aslında derin bir gerçeği açıklıyor:
İnsan karakteri yalnızca iradeyle değil, maruz kaldığı modellerle inşa edilir.
Bu yüzden:
Üretken insanlarla vakit geçiren üretkenleşir.
Dağınıklık içinde yaşayan dağınıklığa alışır.
Telefon bağımlılarıyla yaşayan telefona daha sık uzanır.
Düzenli çalışanları izleyen zihin, düzeni kendisi için “normal” hâle getirir.
Çevremiz, tükettiğimiz içerikler, birlikte vakit geçirdiğimiz insanlar…
Hepsi davranışlarımızın görünmez mimarlarıdır.
Bilinçli Kullanıldığında En Etkili Öğrenme Biçimi
Gözlemsel öğrenme doğru kullanıldığında, alışkanlık inşasında muazzam bir kaldıraç sunar:
Doğru insanları izlemek, doğru davranışları çoğaltır.
Doğru ortamda bulunmak, doğru ritimleri otomatikleştirir.
Doğru modellerle temas etmek, zihnin yönünü değiştirir.
Beyin zaten kopyalıyor.
Asıl soru şu:
Kimi ve neyi kopyaladığınızın farkında mısınız?
İnsan davranışının görünmeyen bir altyapısı var.
İrade, disiplin ve motivasyon elbette önemli; fakat bunlar bile çoğu zaman çevrenin şekillendirdiği zemin üzerinde çalışıyor.
Gözlemsel öğrenmeyi bilinçli kullanan kişi, davranışlarını tesadüfe bırakmak yerine yönlendirir;
karakterini yeniden inşa eder; günlük hayatını farkında olmadan değil, fark ederek kurar.
Çünkü beynimiz bize şunu fısıldar:
“Baktığın şey olursun.”
Kronik Stres Beynimizi Sessizce Nasıl Değiştiriyor?
Günlük hayatın yoğunluğunda stres, çoğu zaman sıradan ve kaçınılmaz bir duygu gibi görünür. Fakat nörobilim bize çok daha farklı bir tablo gösteriyor: Kronik stres, beynin yapısını ve işleyiş biçimini yavaş yavaş değiştiriyor.
Stres hormonu kortizol kısa süreli durumlarda koruyucudur. Fakat haftalar, aylar, bazen yıllar boyunca yüksek kaldığında beynin üç temel bölgesini etkiler: hafızayı yöneten hipokampus, duygusal tepkilerin merkezindeki amigdala ve muhakeme–karar mekanizmasının bulunduğu prefrontal korteks.
Hipokampus zayıfladığında unutkanlık, odaklanma kaybı ve zihinsel bulanıklık artar. Amigdalanın aşırı aktif hâle gelmesi, kaygı ve endişeyi tetikleyen iç sesleri güçlendirir. Prefrontal korteks zayıfladığında ise düşünmek, sakin kalmak ve duyguları yönetmek zorlaşır. Yani stres sadece bir his değildir; beyninizin elektrik devrelerini yeniden düzenleyen biyolojik bir süreçtir.
İyi haber şu: Beyin, doğru koşullar oluştuğunda kendini onarabilen bir organdır. Düzenli egzersiz, yeterli ve derin uyku, nefes ve meditasyon pratikleri, anti-inflamatuar beslenme gibi adımlar stresin tahrip ettiği devreleri yeniden güçlendirir. Nöroplastisite sayesinde beyin, maruz kaldığı yükü hafifletildiğinde yeniden dengelenme eğilimindedir.
Son yıllarda tamamlayıcı yöntemler arasında EFT ve Matrix Reimprinting de ilgi görüyor. Bilimsel çalışmalar özellikle EFT’nin kaygı ve stres belirtilerinde azalma sağlayabildiğini gösteriyor. Matrix Reimprinting ise daha yeni bir yaklaşım; travma ve duygusal yüklerde olumlu sonuç bildiren küçük ölçekli çalışmalar bulunuyor. Bu teknikler tıbbi tedavilerin alternatifi değil; fakat iyileşme sürecine eşlik eden yardımcı araçlar olarak değerlendirilebilir.
Stres sessizdir ve çoğu zaman fark edilmez. Ama iyileşme sessiz olmak zorunda değildir. Beden ve zihin, küçük ve düzenli adımlarla yeniden güç kazanabilir. Bugün başlayacağınız birkaç dakikalık bir yürüyüş, erken bir uyku ya da derin bir nefes bile, yarının zihinsel berraklığına doğru açılan bir kapı olabilir.
Düşünme Kapasitesi Kayıp mı Oluyor?
Fitness dünyasında “time under tension” diye bir kavram vardır. Aynı ağırlığı iki saniyede kaldırmak da mümkündür, on saniyede de. İkincisi daha zordur ama kası daha çok geliştirir. Derek Thompson, The Argument’da yayımlanan yazısında düşünmenin de aynı prensiple işlediğini söylüyor: Fikirlerle gerilim altında kalmak, sabırla beklemek ve dağınık düşüncelerle uzun süre oturabilmek, zihnin gerçek gücünü ortaya çıkarır.
Thompson’a göre AI’nın “18 ay içinde tüm işleri yok edeceği” iddiası tartışılırken gözden kaçan asıl tehlike bu değil. Asıl sorun, teknoloji karşısında insanın kendi düşünme kapasitesini hızla kaybetmesi. Makinelerin işimizi elimizden alması değil, bizim kendi zihnimizi devre dışı bırakmamız.
New York Magazine’in yakın tarihli bir araştırması, lise ve üniversite öğrencilerinin büyük bölümünün artık tüm yazı işlerini AI ile yaptığını gösteriyor. Bir öğrencinin sözleri bu durumu özetliyor: “Üniversite artık ChatGPT’yi ne kadar iyi kullandığımı ölçüyor.” Oysa yazmak düşünmenin kendisidir. Yazma sürecinin makinelere devredilmesi, zihinsel emeğin de devredilmesi anlamına geliyor.
Okuma tarafında tablo daha da vahim. NAEP verilerine göre ABD’de 2024 okuma skorları son 32 yılın en düşük seviyesinde. Kitap okuma alışkanlığı neredeyse çökmüş durumda; öğrenciler uzun metinlere sabretmiyor, hatta bazıları üniversiteye tek bir kitabı baştan sona okumadan giriyor. Sosyal medyanın parçalara bölünmüş içerikleri, dikkati kısa metinlerde sabitleyen bir okuma kültürü oluşturmuş durumda.
Thompson, Cal Newport’un “deep work” yaklaşımına referans vererek okuma ve yazmanın derin düşünmenin iki temel direği olduğunu hatırlatıyor. Newport’a göre modern ekonomi, sembolik mantık, problem çözme ve sistem kurma yeteneklerini talep eder — bu becerilerin hepsi uzun ve yoğun metinlerle temas ederek gelişir. Newport’un ifadesiyle “okuma ve yazma, zihin için bir güç serumu gibidir.”
Derek Thompson ayrıca Walter Ong’un “Orality and Literacy” çalışmasına atıf yapıyor. Ong’a göre yazı, yalnızca iletişim aracı değildir; insan düşüncesinin yapısını dönüştüren bir teknolojidir. Yazılı kültür, soyutlama ve karmaşık fikirlerin aktarımını mümkün kılmıştır. Okumanın ve yazmanın zayıflaması, bu zihinsel mimarinin çözülmesi anlamına gelir. Oysa tam da bu dönemde, düşünme kabiliyeti yüksek makineler ortaya çıkıyor.
Tüm bunlar Thompson’ı şu sonuca götürüyor:
Asıl soru “Gelecekte hangi meslekler güvende kalacak?” değil. Asıl soru, insanların nasıl düşünebilen, odaklanabilen, karmaşık fikirlerle uzun süre durabilen bireyler olarak kalacağıdır. Çocukların ne okumayı ya da hangi bölüme girmeyi seçtiğinden ziyade, asıl değerli olan şey “derin düşünmenin kaslarını” kaybetmemeleridir.
Derek Thompson’ın uyarısı çok net:
AI çağında bolluk içinde olan şey teknoloji, kıtlaşan şey ise derin insan düşüncesi olacak. Kitap okuyabilen, uzun metinleri çözümleyebilen, kendi cümlelerini kendisi kurabilen insanlar değer kazanacak. Geriye kalanlar ise makinelerin hızına yetişemeden, kendi zihinlerini sessizce yitirmiş olacak.
Kaynak:
Derek Thompson, “You have 18 months — The real deadline isn’t when AI outsmarts us, it’s when we stop using our own minds.” The Argument Magazine. https://www.theargumentmag.com/p/you-have-18-months
Mükemmeliyetçilik Bir Yetenek Değil, Bir Alarm Sistemidir
Mükemmeliyetçilik çoğu zaman yüksek standartlarla karıştırılır. Oysa Harvard’lı psikolog Dr. Lorwen C. Nagle, bunun aslında sinir sisteminin tehdit algısına verdiği bir yanıt olduğunu söylüyor. Kusursuzluk arayışı, yaratıcı potansiyeli özgürleştiren bir özellik değil; aksine, zihni “kontrol–güvenlik döngüsü”ne hapseden bir savunma mekanizmasıdır.
İşin özü şu:
Mükemmelleştirmeye çalıştığınız her an, beyniniz tehlike algılıyor.
Anterior singulat korteks adeta bir alarm merkezi gibi yanıyor; bedeniniz hata yapmanın utanç, dışlanma ya da başarısızlık getireceğini sanarak sizi aşırı taramaya, aşırı düzeltmeye ve durmadan ertelemeye zorlayıyor.
Bu yüzden “daha çok çabalamak” asla çözüm olmuyor.
Çünkü mükemmeliyetçilik bir irade problemi değil; bir güvenlik problemi.
“Doğru yapmaya çalıştıkça” neden sıkışıyoruz?
Nagle’ın açıklamasına göre her defasında aynı döngüye giriyoruz:
Bir kusur fark ediyoruz → kontrolü artırıyoruz.
Kısa bir rahatlama geliyor → ama bu rahatlama mutluluk değil, gerilim birikimi.
Zihin tekrar taramaya başlıyor → döngü bitene kadar tükeniyoruz.
Bu süreç başarı üretmiyor; oyunu, yaratıcılığı ve merakı öldürüyor.
Çünkü sinir sistemi hatayı tehlike ile eşleştiriyor.
Beden, “kusur = tehdit” arasında yanlış bir bağ kuruyor.
Güvenlik hissi geri geldiğinde ise, kontrolün yerini merak alıyor.
Ve işte o an yaratıcı zihin kendini göstermeye başlıyor.
Bu döngüden çıkış: Daha çok çabalamak değil, daha çok risk almak
Nagle, mükemmeliyetçiliğin panzehirinin tek bir noktada ortaya çıktığını söylüyor:
Risk alma toleransınızı mikro adımlarla artırmak.
Zihin “Ne ters gidebilir?” diye taramayı bırakıp, “Ne ortaya çıkmak istiyor?” sorusuna geçtiğinde, salience network (SN) farklı çalışmaya başlıyor. Bu kayma, keşfetme alanını yeniden açıyor.
Dr. Nagle’ın önerdiği iki dakikalık minik egzersiz şöyle:
Mükemmel olmayan tek bir cümleyi yayınlayın ve dokunmayın.
Gelişigüzel, dağınık bir çizgi çizin.
Yazdığınız şeyi tekrar okumadan “paylaş”a basın.
Küçük ama geri dönüşü olmayan bir eylem…
Zihin bunu görünce “hata = tehlike” bağlantısı çözülmeye başlıyor. (Rap: Bunu yapmak şart değil, farklı alternatiflerde denenebilir)
İçimizdeki iki kişi: Koruyucu ve Kâşif
Her mükemmeliyetçinin içinde iki parça yaşar:
Koruyucu:
Kontrolü güvenlik olarak görür. Kaostan, belirsizlikten, hatadan korkar.
Kâşif:
İfade etmeyi, spontane olmayı, denemeyi, risk almayı ister.
Nagle’a göre iyileşme, bu iki parçadan birini susturmak değildir.
Asıl dönüşüm, bu iki tarafın birlikte çalışmayı öğrenmesidir.
Koruyucu güvenlik sağlar, Kâşif ise meydana getirir.
Bu iki güç birleştiğinde, mükemmellik baskı olmaktan çıkar; oyuna dönüşür.
Kendinize sorun: Gerçekten sizi durduran ne?
● Bir projeye “hazır hissetmeden” başlamak mı?
● Yoksa başladıktan sonra “bitiremeyecek kadar sıkmak” mı?
● Kaygınız yükselmeden önce bedeninizde fark ettiğiniz ilk mikro belirti ne?
● 60 saniyede uyguladığınız küçük bir fren mekanizması var mı?
● “Daha tam değil” diye paylaşmadığınız şey neydi?
Nagle’ın mesajı net:
Mükemmeliyetçilik kusursuzluk arzusu değildir; kusurluluğa dair korkunun bedenleşmiş hâlidir.
Korku çözüldüğünde, yaratıcılık kendiliğinden akar.
İçimizdeki Savaş Alanı
Nouman Ali Khan yaptığı sohbette kalp, ruh ve nefs ekseninde duruyor. Manevi yoksunlukta olan günümüz insanı için çıkarılabilecek önemli noktalar var.
Evet, insanın iç dünyasında üç kelime vardır: ruh, nefs ve onların arasındaki kalp.
Kalp, bu iki güç arasında bitmeyen bir savaşın tam ortasında durur. Çünkü ruh bizi Allah’a yaklaştıran huzuru, şükrü, iyiliği ve adaleti fısıldarken; nefis, hırs, kıskançlık, arzu, öfke ve bencillikle sürekli kendine çekmeye çalışır.
Nefs, insana “daha fazla al, daha çok iste, sadece kendini düşün” der. Ruh ise “Allah’a yaklaş, iyilik yap, başkasını düşün, merhametli ol” diye çağırır. Ve bu iki çekimin arasında gidip gelen kalp, kelimenin kökünde olduğu gibi, sürekli değişip duran bir alan hâline gelir. Bu savaş hiç bitmez, çünkü insan hem bedensel ihtiyaçlara sahip bir varlıktır hem de manevi bir nefes taşır.
Bazı günler ruhumuz galip gelir; Ramazan’da yapılan bir dua gibi. Kalp huzurla dolar. Ama ruh kazandığında, nefsi esas unutturmaz: geçmişte yaptığımız yanlışların kalpte bıraktığı yaraları hatırlatır. Çünkü nefis hâkim olduğunda kalp incinir ve o incinme ruhu huzursuz eder. Bu huzursuzluk kalpten tekrar nefse döner… ve döngü böyle sürer.
Ruh Allah’a bağlanmak ister. Nefs ise o bağı koparmak ister. Asıl mücadele budur: manevi olan ile maddi olan arasındaki insanlık mücadelesi.
Felsefenin “zihin mi vardır, madde mi?” tartışması burada anlam bulur. Ruh maneviyi, nefis maddeyi temsil eder. Her ikisi de insanın parçasıdır; biri yok sayılarak insan tam olmaz.
Bu yüzden Kur’an, Hristiyanlığın yaptığı gibi nefsi tamamen bastırmayı emretmez; modern psikolojinin yaptığı gibi nefsi özgür bırakmayı da söylemez. Kur’an denge kurar. Oruçla bedeni terbiye eder, akşam olunca helal nimetleri ve eşler arasındaki yakınlığı mubah kılar. Hacda kefen misali ihram giydirir ama ticaret yapmaya da izin verir. Yani ruh ile nefsin ihtiyaçlarını çatıştırmaz; ikisini de fıtrata uygun şekilde yerine koyar.
Allah “nimetlerimi tadın, gezin, görün, şükredin” derken; aynı zamanda ruhun arınmasını da ister. Bu din, dünyanın da ahiretin de hakkını veren bir denge dinidir.
Ancak bu denge iki büyük tehlikeyle bozulabilir: yanlış yönlendirilmiş suçluluk ve kaybolmuş suçluluk.
Yanlış suçluluk, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi toplumun ayıp saymasıyla oluşur. Bugün toplum, insanların vicdanını kendi normlarına göre yeniden programlıyor. İnsan bazen yanlış şey için üzülüyor, doğru şey için hiç üzülmüyor.
Kaybolmuş suçluluk ise daha derindir. Yıllardır çocuklarımıza güzel Kur’an okuyuşunu, makamları, yarışmaları öğretiyoruz; fakat aynı çocuklara Allah’ın kitabının anlamını, hikmetini, mesajını öğretmiyoruz. Kur’an’ın sesi merkeze alındı, mesajı ikinci plana atıldı. Böylece Kur’an ilmi “yetim” kaldı. Yüzbinlerce hafız var ama Kur’an’ı derinlemesine öğreten kurum yok denecek kadar az.
Hem yanlış suçluluk hem kaybolmuş suçluluk, dengeyi bozan iki büyük yaradır.
Oysa Kur’an suçluluğu felç eden bir his olarak değil, düzeltici bir mekanizma olarak anlatır. Uhud’da mevziyi terk eden sahabeler büyük bir hata yapmıştı; bu hata hayatlara mal oldu. Suçlulukları dayanılmazdı. Ama Allah Resûlü’ne “Onlara yumuşak davran, onları affet, onlar için dua et ve işlerinde onlara danış” dedi. Yani İslam insanı suçlulukta boğmadı; tövbeye, onarıma ve devam etmeye çağırdı.
İslam’ın iç denge felsefesi tam da burada ortaya çıkar:
Ruh da gereklidir, nefis de. Suçluluk da gereklidir, bağışlanma da. Dünya da gereklidir, ahiret de.
İnsanın içinde bir melek gibi olan ruh da vardır, bir hayvan gibi olan nefis de. Her ikisi de açtır ve beslenmek ister. Allah’ın dini, ikisini de birbirine baskın kılmadan, ikisine de hakkını vererek yaşanacak bir hayat önerir.
Bu denge bozulursa insan da bozulur. Bu denge korunursa insan tamamlanır.
Modern dünyanın her alanda savrulduğu bugünlerde, ruh ile nefsin bu fıtri dengesi, insanlığı yeniden ayakta tutacak tek temeldir.
Allah hepimizi, ruhu beslerken nefsi yok saymayan; nefsi beslerken ruhu kirletmeyen; kalbi bu savaşta doğru tarafta tutan kullardan eylesin.
Bir Sahabe: Ümmü Rûman
Ümmü Rûman Hz.Ebû Bekr’in muhterem hanımı, ve Hz.Âişe’nin, Abdurrahman bin Ebû Bekr’in anneleri ve Resûlullâh ’in kayınvalidesi dir. Ümmü Rûman’ın doğum tarihi belli değildir. Vefât tarihi ise ihtilaflıdır. Ümmü Rûman’nın asıl ismi Zeyneb veya Daâd’dır. Nesebi ise epeyce ihtilaflıdır. Aslen dedeleri Yemen kökenli’dir. Kendisi, Beni Firâs, bin Ğanm, bin Mâlik, bin Kinâneler’den dir.
Ümmü Rûman daha önceleri Abdullah bin Sehbera bin Cürsüme el-Ezdi ile evli bulunuyordu. Bu kocasından sahabi olan oğlu Tûfeyl bin Abdullah olmuştur. Ümmü Rûman kocası ve oğlu Tûfeyl bin Abdullah ile birlikte İslâm’dan önce Yemen taraflarından Mekke’ye göç ederek Hz.Ebû Bekr’in anlaşmalısı (halifi) olmuşlardı.
Bilâhare, ilk kocası Abdullah, İslâm dini gelmeden önce ölünce, bu bir çocuklu dûl kadın, Mekke’de Hz.Ebû Bekr (r.a)ile evlendi. Aslen Yemen’deki Serât Şehri’nden Mekke’ye gelen Ümmü Rûman, Hz.Ebû Bekr ile evlendikten sonra, bir daha Yemen’e Serât Şehri’ne geri dönmemiş hep Mekke’de kalmıştır. Ümmü Rûman, Hz.Ebû Bekr (r.a) ile evlendikten sonra, oğlu Abdurrahman, ve kızı Hz.Âişe’yi dünyaya getirmiştir
Medine’ye geldikten sonra kızı Âişe’den taraf Resûlullâh’in kayınvâlidesi olma şerefine ermiştir. Ümmü Rûman, Resûlullâh ile Hz.Âişe’nin evlilik hayatlarında adı çok sık zikredilen çok muhterem bir hanım efendidir.
Ümmü Rûman der ki:
“-Ebû Bekr (r.a), beni, namaz’da sağa sola baktığımı görünce öyle bir azarlamıştı ki, nerdeyse namazı bozacaktım. Namazdan sonra bana:
“-Ben, Resûlullah’in namaza durduğunuz zaman etrafınızla ilginizi kesin, Yahûdiler gibi, sağa sola dönmeyin. Etraf ile ilişkiyi kesmekde namaz’dandır!”buyurduğunu işittim dedi.
Ümmü Rûman’ın vefâtı ihtilaflıdır bazılarına göre hicri 4. veya 5. yıl 6. yılda vefât etmiştir diyenler varsa da en doğrusu Allâh’û Âlem hicretin 9. yılında Medine’de vefât etmiştir.
Hz.Ebû Bekr (r.a)’in, bu, muhterem hanımı Ümmü Rûman hicretin 9. yılında Resûlullâh’in hanımları hakkında tâhyir âyetinin inişinden sonra vefât etti. Ümmü Rûman vefât ettiği zaman, Resûlullâh onun kabrine indi. Allâh’dan mağfiret diledi.
Resûlullâh ,onun hakkında:
“-Her kimi, Cennet Hurileri’nden birine bakmak sevindirirse, o, Ümmü Rûman’a baksın!”buyurdular.
Ümmü Rûman (r.a)’nın kabri, Medine’de Cennetü’l-Bâkî’dedir.
Şübhesiz ki, en doğrusunu ALLAH bilir. ALLAH, onlardan râzı olsun.
(Hayatu’s Sahabe)
2025'te Sizi Dava Ettirecek, Kovulmanıza veya Utanmanıza Neden Olacak Yapay Zeka Alışkanlıkları
Yazar önemli bir kaç uyarıda bulunuyor:
Başarısızlıklara Neden Olan Ortak Alışkanlıklar:
AI kullanımına bağlı birden fazla zararlı alışkanlık bulunmaktadır, bunlar arasında net düşünce eksikliği ve AI çıktısına aşırı bağımlılık yer almaktadır.
Yapay zeka başarısızlıklarına örnekler, belirsiz istemler kullanmak ve elde edilen araştırmaları veya çıktıları doğrulamayı ihmal etmekten oluşur.
2. Veri Güvenliği Endişeleri:
Örgütler, gizli bilgileri kamuya açık yapay zeka araçlarıyla paylaşarak müşteri verilerini riske atıyor ve gizliliği ihlal ediyor.
Birçok kullanıcı, AI kullanmadan önce hassas belgeleri yeterince anonimleştirmiyor veya güvence altına almıyor, bu da önemli etik endişelere yol açıyor.
3. Kalite Kontrol ve Doğrulama:
Görünüşte otoriter yapay zeka tarafından üretilen içeriklere kör bir güven, yanlış bilgilerin ve hataların normalleşmesine yol açar.
Karar verme süreçlerinde ekran görüntüleri ve doğrulanmamış verilerin kanıt olarak kullanılmasına dair endişe verici bir eğilim var.
5. Azalan Temel Beceriler:
Kullanıcılar temel görevler için yapay zekaya giderek daha fazla güvendiğinden, temel becerilerde belirgin bir düşüş var ve bu da kendi yeteneklerini azaltıyor.
Yargılama ve eleştirel düşünme için AI araçlarına olan bu bağımlılık, iş gücü yeterliliği üzerinde uzun vadeli olumsuz etkilere yol açabilir.
6. Sorumluluk ve Hesap Verebilirlik:
Liderler genellikle yargıyı yapay zeka sistemlerine devreder, bu da hatalı veya önyargılı verilere dayanarak kötü karar verme ile sonuçlanabilir.
Etik yapay zeka kavramı genellikle yetersiz kalmaktadır; birçok kuruluş sorumlu uygulamaları etkili bir şekilde uygulamakta başarısız olmaktadır.
7. Yapay Zeka'ya Duygusal Bağımlılık:
Kullanıcılar, AI ile etkileşimlerde duygusal olarak yatırım yapmaya başlıyor, sıklıkla araçları makineler yerine terapistler gibi kullanıyorlar.
Bu, gerçek insan etkileşimlerinden kaçınılmasına ve anlamlı ilişkilerden kopmaya neden olabilir.
Sonuç ve Eylem Çağrısı:
Kişisel alışkanlıklar üzerinde düşünmeye teşvik edilmeli.
Bireylerin ve şirketlerin, ilişkili riskleri azaltmak için yapay zekaya yaklaşımlarını yeniden değerlendirmeye ihtiyaçları var.
Haftanın Videoları
12 Asıl Çerçevesinde Kıyamet bilinebilir mi ?Kıyamet ne zaman?
ChatGPT, Claude ve Gemini Modellerini Ücretsiz Hesaplarla Adım Adım Karşılaştırdım
Yapay Zeka Pazarlamayı Düşündüğünüzden Daha Hızlı Değiştiriyor
Zihnimizin Sırlarını Çözen Nobelli Psikolog - Daniel Kahneman (Kitap Özeti: Gürültü)
Net Planlama İçin Samuray Felsefesi: Hayatınıza Hakim Olmanın Gizli Yöntemi
Charlie Munger: İnsanların Yanlış Yargılamasının Psikolojisi [Aykırı Değerler]
Teknoloji Ve Yapay Zeka Gelişmeleri
Google, Gemini 3'ü piyasaya sürdü. Pro ve Deep Think sürümleri de dahil olmak üzere bu sürüm, Gemini Uygulaması'nda kullanıcılara ve Google Arama'da abonelere sunuldu.
Microsoft, Anthropic'e 5 milyar dolar, Nvidia ise 10 milyar dolar yatırım yapacak. Bu anlaşma , Anthropic'in Microsoft'tan 30 milyar dolarlık Azure bulut bilişim kapasitesi ve 1 GW'a kadar Nvidia Blackwell ve Rubin bilişim kapasitesi satın alma taahhüdünü içeriyor. Bu anlaşma, Anthropic'in değerlemesini yaklaşık 350 milyar dolara çıkarıyor.
OpenAI, tamamı ABD'de üretilecek veri merkezi sunucu rafları, kablolama, güç ve soğutma sistemleri tasarlamak ve üretmek için Foxconn ile ortaklık kurduğunu duyurdu
Yapay Zeka Yazılım Mühendisliğini Nasıl Değiştirecek?
Teknoloji Devleri Yapay Zeka Hedeflerini Desteklemek İçin Tahvil Piyasalarından Yararlanıyor
Yapay Zekayı Kullanmanın 5 Şaşırtıcı Yolu
MENTORLUK DESTEĞİ
ZAMAN YÖNETİMİ EĞİTİMİ VE HAYAT SİSTEMİ
ŞİRKETLERİNİZ İÇİN YÖNETİM DANIŞMANLIĞI
BÜLTENE ABONE OLARAK DESTEK VEREBİLİRSİNİZ
Bu haftalıkta bültenimizin sonuna geldik.
👉 Bültenimize sponsor olabilir, reklam verebilir, yıllık abone olarak maddi destek verebilir veya devam edebilmemiz için bağış yapabilirsiniz. Üç arkadaşınıza tavsiye vererekte bu bilgilerin onlara ulaşmasına vesile olabilirsiniz.